Sözler | YirmiBeşinci Söz | 456
(365-462)

Yirmi beşinci Söz’ün İkinci Şu’lesinin İkinci Nurunda o fezleke ve hâtimelerin pekçok nüktelerinden ve meziyetlerinden on tanesini beyân ederek, o hülâsalarda bir mu’cize-i kübrâ bulunduğunu muannidlere de isbat etmiş.

Evet Kur’an, o teferruat-ı Şer’iyye ve kavanin-i içtimaiyyenin beyânı içinde birden muhatâbın nazarını yüksek ve küllî noktalara kaldırıp, sade üslûbu bir ulvî üslûba ve şeriat dersinden tevhid dersine çevirerek Kur’anı, hem bir kitab-ı şeriat ve ahkâm ve hikmet, hem bir kitab-ı akide ve îmân ve zikir ve fikir ve dua ve davet olduğunu gösterip her makamda çok makasıd-ı irşadiyye-i Kur’aniyyeyi ders vermesiyle Mekkiye âyetlerin tarz-ı belâgatlarından ayrı ve parlak mu’cizane bir cezâlet izhar eder. Bâzan iki kelimede; meselâ



ve de, tâbiriyle Ehadiyyeti ve



ile Vâhidiyyeti bildirir. Ehadiyyet içinde Vâhidiyyeti ifade eder. Hattâ bir cümlede; bir zerreyi bir gözbebeğinde gördüğü ve yerleştirdiği gibi, Güneş’i aynı âyetle, aynı çekiçle göğün gözbebeğinde yerleştirir ve göğe bir göz yapar. Meselâ:



âyetinden sonra



âyetinin akabinde



der. “Zemin ve göklerin haşmet-i hilkatinde kalbin dahi hatıratını bilir, idare eder.” der, tarzında bir beyânât cihetiyle o sade ve ümmiyet mertebesini ve avâmın fehmini nazara alan basit ve cüz’î muhavere, o tarz ile ulvî ve cazibedâr ve umumî ve irşadkâr bir mükâlemeye döner.

Bir Sual: “Bâzan ehemmiyetli bir hakîkat, sathî nazarlara görünmediğinden ve bâzı makamlarda cüz’î ve âdi bir hâdiseden yüksek bir fezleke-i tevhidi veya küllî bir düsturu beyân etmekte münasebet bilinmediğinden, bir kusur tevehhüm edilir. Meselâ: “Hazret-i Yusuf Aley hisselâm, kardeşini bir hile ile alması” içinde


diye gayet yüksek bir düsturun zikri, belâgatça münasebeti görünmüyor. Bunun sırrı ve hikmeti nedir?”

Səs yoxdur