iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler verdiren ve Âdem (A.S) zamanından beri tâğî ve zâlim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adâlet-i Sermediye, elbette ve hiç şüphe getirmez ki: Güneş gündüzsüz olmadığı gibi, o hikmet-i Ezelîye, o adâlet-i Sermediye, âhiretsiz olmazlar ve ölümde en zalimlerin ve en mazlumların bir tarzda gitmelerindeki âkibetsiz bir dehşetli haksızlığa, adâletsizliğe ve hikmetsizliğe hiçbir veçhile müsaade etmezler diye Hakîm ve Hakem ve Adl ve Âdil isimleri bizim sualimize kat’i cevap veriyorlar.
Hem mâdem bütün zîyahat mahlûkların, elleri yetişmediği ve iktidarları dairesinde olmayan bütün hâcatlarını, bütün fıtrî matlablarını bir nevi dua bulunan istidad-ı fıtrî ve ihtiyac-ı zarurî dilleriyle istedikleri vakitte, gayet Rahîm ve işitici ve şefkatli bir dest-i gaybî tarafından verildiğinden ve ihtiyarî olan daavât-ı insâniyenin husûsan havasların ve nebilerin dualarının on adetten altı yedisi hilaf-ı âdet makbul olmasından kat’i anlaşılıyor ki: Her dertlinin âhını, her muhtacın duasını işiten ve dinleyen bir "Semi’ ve Mucib" perde arkasında var, bakar ki; en küçük bir zîhayatın en küçük bir ihtiyacını görür ve en gizli bir âhını işitir, şefkat eder, fiilen cevap verir, memnun eder.