Hem nasıl îman-ı billâh âhiretsiz olmaz, öyle de Onuncu Sözde kısa işaretlerle beyan edildiği gibi hiçbir cihette mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ki, uluhiyyet ve ma’budiyyetin tezahürü için bu kâinatı öyle bir mücessem kitab-ı samedânî ki her sahifesi bir kitap kadar ve her satırı bir sahife kadar mânâları ifade eder; ve öyle cismanî bir Kur’an-ı Sübhânî ki, herbir âyet-i tekvîniyesi ve her bir kelimesi, hattâ herbir noktası, herbir harfi birer mu’cize hükmündedir. Ve öyle muhteşem ve içi hadsiz âyâtla ve mânidar nakışlarla tezyin edilmiş bir mescid-i Rahmânîdir ki, her bir köşesinde bir tâife, bir nev’i ibâdet-i fıtriye ile iştigal eder bir şekilde halkeden bir Allah bir Ma’bud-u Bil’hak, o kitab-ı kebîrin mânâlarını ders verecek üstadları ve o Kur’an-ı Samedânînin âyetlerini tefsir edecek müfessirleri elçi olarak göndermesin.. ve o mescid-i ekberde hadsiz tarzlarda ibâdet edenlere imamları tayin etmesin.. ve o üstadlara ve müfessirlere ve imamlara fermanları vermesin... Hâşâ, yüzbin hâşâ!...
Hem cemâl-i rahmetini ve hüsnü şefkâtini ve kemâl-i rubûbiyetini zîşuurlara göstermek ve onları şükre ve hamde sevketmek için bu kâinatı öyle bir ziyafetgâh ve bir teşhirgâh ve öyle bir seyrangâh ki;