İşte Hâlık’ımızdan sorduğumuz âhirete dâir sualimize Rahman ve Hakîm, Adl ve Kerîm ve Hâkim isimleri mezkûr hakîkatle cevab veriyorlar; şeksiz şübhesiz, Güneş gibi âhireti isbat ediyorlar.
Hem mâdem biz gözümüzle görüyoruz: Öyle ihâtalı ve azametli bir Hafîziyyet hükmeder ki, zîhayat her şey’in ve her hâdisenin çok sûretlerini ve gördüğü fıtrî vazifesinin defterini ve Esmâ-i İlâhîyeye karşı lîsan-ı hal ile tesbihatına dâir sahife-i a’malini misâlî levhalarda ve çekirdeklerinde ve tohumcuklarında ve levh-i mahfûzun nümûnecikleri olan kuvayı hâfızalarında ve bilhassa insanın dimağındaki pek büyük ve pek küçük kütübhânesi olan kuvve-i hâfızasında ve sâir maddî ve ma’nevî in’ikas âyinelerinde kaydeder, yazdırır; zabtederek muhafaza altına alır. Sonra mevsimi geldikçe bütün o ma’nevî yazıları maddî bir tarzda da gözümüze gösterip milyonlarla misâller ve deliller ve nümûneler kuvvetiyle âyetindeki en acib bir hakîkat-ı haşriyeyi, kudretin bir çiçeği olan her bahar, kendi çiçek-i ekberinde milyarlar dil ile kâinata i’lân eder. Ve başta nev’-i insan olarak bütün zîhayatlar ve bütün eşya, fenâya düşmek ve ademe sukût etmek ve hiçlikte mahvolmak ve başta nev’-i beşer olarak zîhayatlar i’dam edilmek için yaratılmamışlar. Belki bekaya terakki ile ve devama tasaffi ile ve sermedî vazifeye isti’dâdiyle girmek için halk olunduklarını gâyet kuvvetli isbat eder.
Evet, her baharda müşahede ediyoruz ki: Güz mevsimi kıyametinde vefat eden hadsiz nebâtât, bahar haşrinde herbir ağaç, herbir kök, herbir çekirdek, herbir tohum âyetini okuyup bir ma’nasını, bir ferdini kendi diliyle, geçmiş senelerde gördüğü vazifenin misâlleriyle tefsir ederek o azametli Hafîziyyete şehâdet eder.
âyetindeki dört muazzam hakîkatları her şeyde gösterip Hafîziyyeti a’zamî derecede ve haşri bahar kolaylığında ve kat’iyyetinde bizlere ders verir. Evet, bu dört ismin cilveleri en cüz’îden en küllîye kadar cereyan ederler.