Her acib ve tavr-ı aklın hâricindeki herşeyden daha büyüktür ki,
âyetinin sarâhat-ı kat’iyyesi ile nev’-i beşerin haşri ve neşri, birtek nefsin îcadı kadar o kudrete kolay gelir. Bu ma’na i’tibâriyledir ki, darb-ı mesel hükmünde büyük musîbetlere ve büyük maksadlara karşı, herkes “Allah büyüktür, Allah büyüktür” der.. kendine teselli ve kuvvet ve nokta-i istinâd yapar.
Evet, nasılki Dokuzuncu Söz’de, bu kelime iki arkadaşiyle bütün ibadatın fihristesi olan namazın çekirdekleri ve hülâsaları ve içinde ve tesbihatında tekrar ile namazın ma’nasını takviye için üç muazzam hakîkatlara ve insanın kâinatta gördüğü medâr-ı hayret, medâr-ı şükran ve medâr-ı azamet ve kibriya, acib ve güzel ve büyük, pekçok fevkalâde şeylerden aldığı hayret ve lezzet ve heybetten neş’et eden suallerine pek kuvvetli cevab verdiği gibi, On Altıncı Söz’ün âhirinde îzah edilen şu: Nasıl bir nefer, bayramda bir müşir ile beraber huzuru pâdişâha girer; sâir vakitte, zabitinin makamı ile onu tanır. Aynen öyle de; her adam Hac’da bir derece veliler gibi Cenâb-ı Hakk’ı ünvanı ile tanımağa başlar. Ve o kibriya mertebeleri kalbine açıldıkça, ruhunu istila eden mükerrer ve hararetli hayret suallerine yine tekrariyle umumuna cevab verdiği misillû; On Üçüncü Lem’a’nın âhirinde îzahı bulunan ki, şeytanların en ehemmiyetli desîselerini köküyle kesip cevab-ı kat’i veren yine olduğu gibi; bizim âhiret hakkındaki sualimize de kısa fakat kuvvetli cevab verdiği misillû, cümlesi dahi haşri ihtar edip ister. Bize der: “Ma’nam âhiretsiz olmaz; çünkü: Ezelden ebede kadar, her kimden ve her kime karşı bütün hamd ve şükür O’na mahsustur, ifade ettiğimden,