Asâ-yı Mûsa | Onbirinci Hücceti İmaniye | 243
(233-245)

Çünkü, zevâl bulan eşya ile beraber esbâbları dahi kayboluyor. Halbuki onların arkasından, onlara isnad ettiğimiz şeyler, tekrar oluyor. Demek o eserler, onların değilmiş; belki zevâlsiz birinin eserleri imiş. Nasılki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor, arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki; onları parlattıran, dâimî ve yüksek bir ışık sâhibidir. Öyle de: Bu işlerin sür’atle değişmesi, arkalarından gelenlerin aynı renk alması gösteriyor ki; zevâlsiz dâimî birtek Zât’ın cilveleridir, nakışlarıdır, âyineleridir, san’atlarıdır...

On Birinci Bürhan:

Gel ey arkadaş! Şimdi sana geçmiş olan on bürhan kuvvetinde kat’i bir bürhan daha göstereceğim. Gel, bir gemiye bineceğiz; (Hâşiye-19) şu uzakta bir cezire var, oraya gideceğiz. Çünkü bu tılsımlı âlemin anahtarları orada olacak. Hem herkes o cezireye bakıyor, oradan birşeyler bekliyor, oradan emirler alıyorlar. İşte bak gidiyoruz. Şimdi şu cezireye çıktık. Bak pek büyük bir içtima var. Şu memleketin bütün büyükleri buraya toplanmış gibi, mühim ihtifal görünüyor. İyi dikkat et. Bu cem’iyyet-i azîmenin bir reisi var. Gel daha yakın gideceğiz. O reisi tanımalıyız.

İşte bak, ne kadar parlak ve binden (Hâşiye-20) ziyâde nişanları var. Ne kadar kuvvetli söylüyor. Ne kadar tatlı bir sohbet ediyor. Şu on beş gün zarfında, bunların dediklerini ben bir parça öğrendim. Sen de benden öğren. Bak o zât, şu memleketin mu’ciznüma sultanından bahsediyor. “O sultan-ı zîşan, beni sizlere gönderdi” söylüyor. Bak, öyle hârikalar gösteriyor ki: Şüphe bırakmıyor ki, bu zât o pâdişâhın bir me’mur-u mahsusudur. Sen dikkat et ki, bu Zât’ın söylediği sözü, değil yalnız şu ceziredeki mahlûklar dinliyorlar, belki hârikulâde sûretinde bütün memlekete işittiriyor. Çünkü, uzaktan uzağa herkes buradaki nutkunu işitmeye çalışıyor.

---------------
(Hâşiye-19): Gemi tarihe ve cezire ise Asr-ı Saadet’e işârettir. Şu asrın zulümatlı sahilinde, mimsiz medeniyetin giydirdiği libastan soyunup, zamanın denizine girip, tarih ve siyer Sefinesine binip, Asr-ı Saadet ceziresine ve Ceziretül Arab meydanına çıkıp, Fahr-i Âlem’i (A.S.M.) iş başında ziyaret etmekle biliriz ki, o zât, o kadar parlak bir bürhan-ı tevhiddir ki, zemînin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümatını dağıtmıştır.
(Hâşiye-20): Bin nişan ise, ehl-i tahkik yanında bine bâliğ olan Mu’cizat-ı Ahmediyye’dir. (A.S.M.)

Dinle
-