Çünkü: İnsanın fıtratı medenîdir, ebnâ-yı cinsini mülâhazaya mecbûrdur. Hayat-ı içtimâîye ile, hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Meselâ: Bir ekmeği yese, kaç ellere muhtaç. Ve ona mukabil o elleri ma’nen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaşamadığından ebnâ-yı cinsi ile fıtraten alâkadar olmasından ve onlara ma’nevî bir fiat vermeye mecbûr olduğundan, fıtratiyle medeniyetperverdir. Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar, ma’sûm olmayan câni bir hayvan olur. Birşey elinden gelmese, hakîki özrü olsa, o müstesna!
Altıncı Kelime: Müslümanların hayat-ı içtimâîye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyyedir.
Âyet-i Kerîmesi, şûrâyı esas olarak emrediyor. Evet nasıl ki, nev-i beşerdeki “telâhuk-u efkâr” ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vâsıtasiyle birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünununun esası olduğu gibi; en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûrâ-yı hakîkiyeyi yapmamasıdır. Asya kıtasının ve istikbâlinin keşşâfı ve miftahı, şûrâdır. Yâni: Nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; tâifeler, kıt’alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdâtların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iyye ile şehâmet ve şefkat-i îmaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyyedir ki, o hürriyet-i şer’iyye, âdâb-ı şer’iyye ile süslenip, garb medeniyet-i sefihânesindeki seyyiatı atmaktır. Îmandan gelen hürriyet-i şer’iyye, iki esası emreder.
Yâni: Îman bunu iktiza ediyor ki; tahakküm ve istibdât ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek ve zâlimlere tezellül etmemek... Allaha hakîki abd olan, başkalara abd olamaz. Birbirinizi -Allahtan başka- kendinize Rab yapmayınız!.. Yâni Allahı tanımayan; her şeye herkese nisbetine göre bir rubûbiyet tevehhüm eder, başına musallat eder. Evet hürriyet-i şer’iyye; Cenâb-ı Hakkın rahman, rahîm tecellisiyle bir ihsanıdır ve îmanın bir hassasıdır.