Ben kusurlu fehmimle şu zamanda hey’et-i içtimâîye-i İslâmiyeyi, çok çark ve dolapları bulunan bir fabrika sûretinde tasavvur ediyorum. O fabrikanın bir çarkı geri kalsa, yahut bir arkadaşı olan başka çarka tecavüz etse; makinenin mihanikiyeti bozulur. Onun için, İttihâd-ı İslâmın tam zamanı gelmeye başlıyor. Birbirinizin şahsî kusurlarına bakmamak gerektir.
Bunu da teessüf ve teellüm ile size beyân ediyorum ki: Ecnebilerin bir kısmı, nasıl kıymettar malımızı ve vatanlarımızı bizden aldılar, onun bedeline çürük bir mal verdiler; aynen öyle de: Yüksek ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan ve hayat-ı içtimâîyeye temas eden seciyelerimizin bir kısmını bizden aldılar, terakkilerine medâr ettiler. Ve onun fiatı olarak bize verdikleri, sefihâne ahlâk-ı seyyieleridir, sefihâne seciyeleridir. Meselâ: Bizden aldıkları seciye-i milliye ile bir adam onlarda der: “Eğer ben ölsem, milletim sağ olsun. Çünkü, milletimin içinde bir hayat-ı bâkiyem var.” İşte bu kelimeyi bizden almışlar. Ve terakkiyatlarında en metin esas budur; bizden hırsızlamışlar. Bu kelime ise, dîn-i haktan ve îman hakîkatlarından çıkar. O bizim ehl-i îmanın malıdır. Halbuki: Ecnebilerden içimize giren pis, fena seciye îtibariyle bir hodgâm adam bizde diyor: “Ben susuzluktan ölsem, hiç yağmur bir daha dünyaya gelmesin. Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.”
İşte bu ahmakane kelime dinsizlikten çıkıyor. Âhireti bilmemekten geliyor. Hariçten içimize girmiş, zehirliyor.
Hem o ecnebilerin - bizden aldıkları fikr-i milliyetle - bir ferdi, bir millet gibi kıymet alıyor. Çünkü bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise o kimse tek başiyle küçük bir millettir. Ba’zılarımızdaki dikkatsizlikten ve ecnebilerin zararlı seciyelerini almamızdan, kuvvetli ve kudsî İslâmî milliyetimizle beraber, herkes “nefsî-nefsî” demekle ve milletin menfaatini düşünmemekle ve menfaat-i şahsiyesini düşünmekle; bin adam, bir adam hükmüne sukut eder.
Yâni: Kimin himmeti yalnız nefsi ise; o insan değil.