Ey bu hamiyet-i dîniye ve milliyeden hangisine daha ziyâde ehemmiyet vermek lâzım geldiğini soran bu şimendifer denilen medrese-i seyyarede ders arkadaşlarım ve şimdi zamanın şimendiferinde istikbâl tarafına bizimle beraber giden bütün mektepliler! Size de derim ki:
Hamiyet-i dîniye ve İslâmiyet milliyeti, Türk ve Arap içinde tamamiyle mezcolmuş ve kabil-i tefrik olamaz bir hale gelmiş. Hamiyet-i İslâmiye, en kuvvetli ve metin ve arştan gelmiş bir zincir-i nurânîdir. Kırılmaz ve kopmaz bir urvetülvüskadır, tahrip edilmez, mağlûp olmaz bir kudsî kal’adır dediğim vakit, o iki münevver mektep muallimleri bana dediler:
— Delilin nedir? Bu büyük dâvâya, büyük bir hüccet ve gâyet kuvvetli bir delil lâzım, delil nedir?
Birden şimendiferimiz tünelden çıktı, biz de başımızı çıkardık, pencereden baktık; altı yaşına girmemiş bir çocuğu şimendiferin tam geçeceği yolun yanında durmuş gördük. O iki muallim arkadaşlarıma dedim:
— İşte bu çocuk lîsan-ı hâliyle suâlimize tam cevap veriyor. Benim bedelime o ma’sûm çocuk, bu seyyar medresemizde üstadımız olsun. İşte lîsan-ı hali, bu gelecek hakîkatı der.
Bakınız, bu dabbetülarz, dehşetli hücum ve gürültüsü ve bağırmasiyle ve tünel deliğinden çıkıp hücum ettiği dakikada geçeceği yola bir metre yakınlıkta o çocuk duruyor. O dabbetülarz, tehdidiyle ve hücumunun tahakkümü ile bağırarak tehdit ediyor: “Bana rastgelenlerin vay haline!” dediği halde; o ma’sûm, yolunda duruyor. Mükemmel bir hürriyet ve hârika bir cesaret ve kahramanlıkla, beş para onun tehdidine ehemmiyet vermiyor. Bu dabbetülarzın hücumunu istihfaf ediyor ve kahramancıklığiyle diyor:
— Ey şimendifer! Sen, gök gürültüsü gibi bağırmanla beni korkutamazsın.
Sebat ve metânetinin lîsan-ı haliyle gûya der:
— Ey şimendifer! Sen bir nizamın esirisin. Senin gem’in, dizginin, seni gezdirenin elindedir. Senin, bana tecavüz etmek haddin değil. Beni istibdâdın altına alamazsın. Haydi yoluna git, kumandanının izniyle yolundan geç.