Bunun üzerine müracaatla Kosova’daki dârülfünun için tahsis edilen on dokuz bin altın liranın şark dârülfünunu için verilmesini talep eder, bu talebi kabul edilir.
Bediüzzaman tekrar Van’a hareket eder. Van Gölü kenarındaki Artemit’te (Edremit) o dârülfünunun temeli atılır. Fakat ne çâre ki Harb-i Umûmînin zuhuriyle, teşebbüs geri kalır. Zaten o kış Molla Said, talebelerine: “Hazır olunuz, büyük bir musîbet ve felâket bize yaklaşıyor” diye haber vermişti.
Bediüzzaman Kafkas cephesinde Enver Paşa ve fırka kumandanının hayranlıkla takdir ettikleri hizmet-i cihadiyeyi yaptıktan sonra, Rus kuvvetlerinin ilerlemesinden dolayı Van’a çekildi. Van’ın tahliyesi ve Rusların hücumu sırasında, bir kısım talebeleriyle Van kal’asında şehit oluncaya kadar müdafaaya kat’i karar verdikleri halde, geri çekilen Van Valisi Cevdet Bey’in ısrariyle, Vastan kasabasına çekildi. Vali, kaymakam, ahali ve asker Bitlis tarafına çekilirken, bir alay Kazak süvarisi Vastan üzerine hücum etmişti. Molla Said, Van’dan kaçan ahalinin mal ve çoluk çocuklarının düşman eline geçmemesi için otuz kırk kadar kaçamamış asker ve bir kısım talebeleriyle o Kazaklara karşı koymuş ve hepsinin kurtulmasını sağlamıştır. Hatta, hücum eden Kazaklara dehşet vermek için, geceleyin onların üstündeki yüksek bir tepeye hücum tarzında çıkıyor; gûya büyük bir imdat kuvveti gelmiş zannettirerek, Kazakları oyalayıp ilerletmiyordu. Böylelikle, Vastan’ın Rus istilâsından kurtulmasına sebep olmuştur.
O muharebe zamanlarında sipere döndüğü vakit, kıymettar talebesi Molla Habib ile “İşârâtül-İ’caz” nâmındaki tefsirini te’lif ediyordu. Ba’zan avcı hattında, ba’zan at üzerinde, ba’zan da sipere girdikleri zaman; kendisi söylüyor, Molla Habib de yazıyordu. “İşârâtül-İ’caz”ın büyük bir kısmı bu vaziyette te’lif edilmiştir. (Hâşiye)
Hâşiye:
TENBİH: Bu “İşârâtül-İ’caz” tefsiri, eski Harb-i Umûmînin birinci senesinde, cephe-i harbde, me’hazsız olarak, kitab mevcûd olmadığı halde te’lif edilmiştir. Harb zamanının zaruretinden başka, dört sebebe binâen gâyet muhtasar ve îcazlı bir tarzda yazılmış; “Fatiha” ve nısf-ı evvel, daha mücmel, daha muhtasar kalmıştır.
Evvelâ: O zaman, îzaha müsaade etmiyordu. Eski Said, îcazlı ve kısa tabiratla ifade-i meram ediyordu.
Sâniyen: Gâyet zeki olan kendi talebelerinin derece-i fehimlerini düşünüyordu; başkaların anlamalarını düşünmüyordu.
Sâlisen: Eski Said, en dakik ve en ince olan nazm-ı Kur’ân’da, îcazlı olan i’cazı beyân ettiği için, kısa ve ince düşmüştür. Fakat şimdi ise, Yeni Said nazariyle mütalâa ettim; elhak, Eski Said’in bütün hatîatiyle beraber, şu tefsirdeki tetkikat-ı ilmiyesi, onun bir şaheseridir. Yazıldığı vakit, dâima şehid olmaya hazırlandığı için, hâlis bir niyet ile ve belâgatın kanunlarına ve ulûm-u arabiyenin düstûrlarına tatbik ederek yazdığı için, hiçbirini cerhedemedim. Belki Cenâb-ı Hak, bu eseri ona bir keffaretüzzünub yapacak ve bu tefsiri tam anlıyacak adamları da yetiştirecek, İnşâallah. Eğer Birinci Harb-i Umûmî gibi mâniler olmasaydı, tefsirin şu birinci cildi i’caz vücuhundan olan i’caz-ı nazmîyi beyân ettiği gibi, diğer cüzler ve mektuplar da müteferrik tefsir hakîkatlarını içine alsaydı, Kur’ân-ı Mu’cizül-beyâna güzel bir tefsir-i câmi’ olurdu. Belki, İnşâallah, şu cüz-ü tefsir yüz otuz adet “Sözler ve Lem’alar ve Mektûbat” risâleleriyle beraber me’haz olursa, ileride bahtiyar bir hey’et öyle bir tefsir-i Kur’ânî yazsın. İnşâallah.
Said Nursî
Hem, İstanbul’da Fetva Emîni Ali Rıza Efendi, çok zaman bu tefsiri mütalâa ile, yanına gelen dostlarına müteaddit defalar: “Bu İşârâtül-İ’caz, bin tefsir kuvvetinde ve kıymetindedir!” diye yemin ederek ilân ediyordu.
Şark ulemâsı, Şam ve Bağdat’ta büyük âlimler: “İşârâtül-İ’caz gâyet harika ve emsâlsiz bir tefsirdir.” diye istihsan etmişlerdir.