Meğer ki bir nevi icmâın tasdikine mazhar ola. Binâenaleyh, Kur’ânın ince ma’nalarının ve tefsirlerde dağınık bir sûrette bulunan mehâsininin ve zamanın tecrübesiyle fennin keşfi sayesinde tecelli eden hakîkatlerinin tesbitiyle, her biri birkaç fende mütehassıs olmak üzere, muhakkikîn-i ulemâdan yüksek bir hey’etin tetkikatiyle, tahkikatiyle bir tefsirin yapılması lâzımdır.
Nitekim kanunî hükümlerin tanzim ve ıttıradı, bir ferdin fikrinden değil, yüksek bir hey’etin nazar-ı dikkat ve tetkikatından geçmesi lâzımdır ki, umûmî bir emniyeti ve cumhur-u nâsın itimadını kazanmak üzere millete karşı bir kefalet-i zımniye husule gelsin ve icma-ı ümmet hücceti elde edebilsin.
Evet, Kur’ân-ı Azîmüşşanın müfessiri, yüksek bir deha sâhibi ve nâfiz bir içtihada malik ve bir velâyet-i kâmileyi haiz bir zat olmalıdır. Bilhassa bu zamanda bu şartlar, ancak yüksek ve azîm bir hey’etin tesanüdüyle telâhuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmekten ve hürriyet-i fikirle taassubtan âzâde olmakla tam ihlâslarından doğan dâhî bir şahs-ı ma’nevîde bulunur; ve o şahs-ı ma’nevî, Kur’ânı tefsir edebilir. Çünkü: “Cüzde bulunmayan, küllde bulunur.” kaidesine binâen, her ferdde bulunmayan bu gibi şartlar, hey’ette bulunur. Böyle bir hey’etin zuhurunu çoktanberi bekliyorken, hiss-i kablelvuku’ kabilinden, memleketi yıkıp yakacak büyük bir zelzelenin arifesinde bulunduğumuz zihne geldi (Hâşiye).
Hâşiye: Evet; Van’da, Horhor Medresemizin damında, esnâ-yı dersde büyük bir zelzelenin gelmekte olduğunu söyledi. Hakîkaten söylediği gibi, az bir zaman sonra Harb-i Umûmî başladı.
Hamza, Mehmed Şefik, Mehmed Mihrî