Senin için İstanbul’a gitmek hazin bir firak, elîm bir iftirak değil, hem de geldin, memnun olmadın mı? O düşman memleketindeki pek karanlık uzun gecelerinden ve pek soğuk, fırtınalı kışlarından kurtuldun. Bu güzel dünya Cenneti gibi İstanbul’a geldin. Aynen öyle de: Senin küçüklüğünden bu yaşına kadar, sevdiklerinden yüzde doksan dokuzu, sana dehşet veren kabristana göçmüşler. Bu dünyada kalan bir iki dostun var, onlar da oraya gidecekler. Dünyada vefatın firak değil, visaldir; o ahbablara kavuşmaktır. Onlar, yâni o ervâh-ı bâkıye, eskimiş yuvalarını toprak altında bırakıp, bir kısmı yıldızlarda bir kısmı âlem-i berzah tabakatında geziyorlar, diye ihtar edildi.
Evet, bu hakîkati, Kur’ân ve îman o derece kat’i bir sûrette isbat etmiştir ki, bütün bütün kalbsiz, ruhsuz olmazsa veyahut dalâlet kalbini boğmamış ise, görüyor gibi inanmak gerektir. Çünkü; bu dünyayı, hadsiz enva-ı lütûf ve ihsanatiyle böyle tezyin edip, mükrîmane ve şefikane rubûbiyetini gösteren ve tohumlar gibi en ehemmiyetsiz cüz’î şeyleri dahi muhafaza eden bir Sâni-i Kerîm ve Rahîm; masnuatı içinde en mükemmel ve en câmi, en ehemmiyetli ve en çok sevdiği masnuu olan insanı, elbette ve bilbedahe, sûreten göründüğü gibi böyle merhametsiz, âkıbetsiz idam etmez, mahvetmez, zâyi’ etmez. Belki bir çiftçinin toprağa serptiği tohumlar gibi, başka bir hayatta sünbül vermek için Hâlık-ı Rahîm, o sevdiği masnuunu, bir rahmet kapısı olan toprak altına muvakkaten atar. (Hâşiye) İşte bu ihtar-ı Kur’ânîyi aldıktan sonra, o kabristan İstanbul’dan ziyâde bana ünsiyetli oldu. Halvet ve uzlet, bana sohbet ve muaşeretten daha ziyâde hoş geldi. Ben de Boğaz tarafındaki Sarıyer’de, bir halvethâne kendime buldum. Gavs-ı A’zam (K.S.) “Fütuh-ül-Gayb”ıyla bana bir üstad ve tabib ve mürşid olduğu gibi, İmâm-ı Rabbânî de, “Mektûbât” iyle bir enis, bir müşfik, bir hoca hükmüne geçti. O vakit ihtiyarlığa girdiğimden ve medeniyetin ezvâkından çekildiğimden ve hayat-ı içtimâîyeden sıyrıldığımdan pek çok memnun oldum. Allaha şükrettim...”
Hâşiye: Bu hakîkat, iki kere iki dört eder derecesinde sâir risâlelerde, husûsan Onuncu ve Yirmi Dokuzuncu Sözlerde isbat edilmiştir.