Tarihçe-i Hayat | Birinci Kısım - İlk Hayatı | 126
(30-149)

Halbuki; o felsefî meseleler ruhumu pek çok fazla kirletmiş ve terakkiyat-ı ma’nevîyemde engel olmuştu. Birden, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve keremiyle, Kur’ân-ı Hakîmdeki hikmet-i kudsiye imdâda yetişti. Çok risâlelerde beyân edildiği gibi, o felsefî meselelerin kirlerini yıkadı, temizlettirdi. Ezcümle, fünûn-u hikmetten gelen zulümat-ı ruhiye, ruhumu kâinata boğduruyordu. Hangi cihete baktım, nur aradım; o meselelerde nur bulamadım, teneffüs edemedim. Tâ, Kur’ân-ı Hakîmden gelen ve



cümlesiyle ders verilen tevhid gâyet parlak bir nur olarak bütün o zulûmatı dağıttı. Rahatla nefes aldım. Fakat nefis ve şeytan, ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefeden aldıkları derse istinâd ederek akıl ve kalbe hücum ettiler. Bu hücumdaki münazarat-ı nefsiye, Lillâh-il-hamd, kalbin muzafferiyetiyle neticelendi. Çok risâlelerde kısmen o münazaralar yazılmış. Onlara iktifa edip, burada yalnız binde bir muzafferiyet-i kalbiyeyi göstermek için binler bürhandan bir tek bürhan beyân edeceğim, tâ ki gençliğinde hikmet-i ecnebiye veya fünûn-u medeniye nâmı altındaki kısmen dalâlet, kısmen mâlâyaniyat meseleleriyle ruhunu kirletmiş, kalbini hasta etmiş, nefsini şımartmış bir kısım ihtiyarların ruhunda temizlik yapsın; tevhid hakkında şeytan ve nefsin şerrinden kurtulsun. Şöyle ki:

Ulûm-u felsefiyenin vekâleti nâmına nefsim dedi ki: “Bu kâinattaki eşyanın, tabiatiyle bu mevcûdâta müdahaleleri var, her şey bir sebebe bakar. Meyvayı ağaçtan, hububatı topraktan istemeli. En cüz’î, en küçük bir şeyi de Allahtan istemek ve Allaha yalvarmak ne demektir?”

O vakit Nûr-u Kur’ân ile, sırr-ı tevhid şu gelecek sûretle inkişaf etti. Kalbim o mütefelsif nefsime dedi: En cüz’î ve en küçük şey, en büyük şey gibi doğrudan doğruya bütün kâinat hâlikının kudretinden gelir ve hazinesinden çıkar. Başka sûrette olamaz! Esbâb ise, bir perdedir. Çünkü, en ehemmiyetsiz ve en küçük zannettiğimiz mahlûklar, ba’zan sanat ve hilkat cihetinde en büyüğünden daha büyük olur. Sinek, tavuktan sanatça ileri geçmezse de, geride kalmaz. Öyle ise, büyük küçük tefrik edilmeyecek; ya bütünü esbâb-ı maddiyeye taksim edilecek veyahut bütünü birden bir tek zâta verilecektir. Birinci şık muhal olduğu gibi, bu şık vâcibdir, zarûridir.

Dinle
-