Tarihçe-i Hayat | Birinci Kısım - İlk Hayatı | 136
(30-149)

Kur'ana mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hatsiz ehli inadın hücumlarına karşı mağlup olmayıp galebe etmiş. Bu eserlerden üç dördü Türkçe olup, mütebakisi Arabîdirler. Bu zamana kadar hiç bir kitabta emsali bulunmayan bir tarz-ı beyân ve ifade ile hakîkatları isbat ediyorlar.

Dâr-ül-hikmette bulunduğu zamanlarda geçirdiği bir inkılâb-ı ruhî-yi, bilâhare neşrettiği bir eserinde şöyle beyân ediyor:

“Eski Said’in gafil kafasına müthiş tokatlar indi, “El-Mevtü Hakkun” kaziyesini düşündü; kendini bataklık çamurunda gördü, meded istedi, bir yol aradı, bir halâskâr taharri etti; gördü ki yollar muhtelif, tereddüdde kaldı. Gavs-ı Âzam olan Şeyh-i Geylânî’nin (R.A.) “Fütûh-ül-Gayb” nâmındaki kitabiyle tefe’ül etti, tefe’ülde şu çıktı:

Acibdir ki, o vakit ben, Darül-hikmet-il-islâmiye azası idim. Güya ehl-i İslâmın yaralarını tedaviye çalışan bir hekim idim; halbuki en ziyâde hasta ben idim. Hasta evvelâ kendine bakmalı sonra hastalara bakabilir.

İşte, Hazret-i Şeyh bana der ki: “Sen kendin hastasın, kendine bir tabib ara!” Ben dedim: “Sen tabibim ol!” Tuttum, kendimi ona muhatab addederek o kitabı bana hitab ediyor gibi okudum. Fakat kitabı çok şiddetli idi, gururumu dehşetli kırıyordu, nefsimde şiddetli ameliyat-ı cerrahiye yaptı; dayanamadım, yarısına kadar kendimi ona muhatap ederek okudum, bitirmeye tahammülüm kalmadı. O kitabı dolaba koydum. Fakat sonra ameliyat-ı şifâkâraneden gelen acılar gitti, lezzet geldi. O birinci üstadımın kitabını tamam okudum ve çok istifade ettim. Ve onun virdini ve münacâtını dinledim, çok istifaza ettim. Sonra, İmâm-ı Rabbânînin “Mektûbât” kitabını gördüm, elime aldım, halis bir tefe’ül ederek açdım. Acaibdendir ki, bütün Mektûbâtında yalnız iki yerde “Bediüzzaman” lâfzı var. O iki mektûb bana birden açıldı.

Dinle
-