Saadet tevehhümüyle o vakit de (şimdi münkasim olmuş, şiddetlenmiş olan) istibdâtlar, merhum Sultan-ı mahlûa isnad edildiği halde, onun Zaptiye Nazırı ile bana verdiği maaş ve ihsân-ı şâhânesini kabul etmedim, reddettim, hatâ ettim. Fakat o hatâm, medrese ilmiyle dünya malını isteyenlerin yanlışlarını göstermekle, hayır oldu. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terketmedim. O şefkatli Sultana boyun eğmedim. Şahsî menfaatimi terkettim. Şimdiki sivrisinekler, beni cebirle değil, muhabbetle kendilerine müttefik edebilirler. Bir buçuk senedir burada memleketimin neşr-i maarifi için çalışıyorum. İstanbul’un ekserisi bunu bilir. Ben ki, bir hammalın oğluyum; bu kadar dünya bana müyesser iken, kendi nefsimi hammal oğulluğundan ve fakr-u halden çıkarmadım ve dünya ile kökleşemediğim ve en sevdiğim mevki olan Vilâyât-ı Şarkiyenin yüksek dağlarını terketmekle millet için tımarhâneye ve tevkifhâneye ve meşrûtiyet zamanında işkenceli hapishâneye düşmeme sebebiyet veren öyle umurlara teşebbüs etmekle büyük bir cinâyet eyledim ki, bu dehşetli mahkemeye girdim (!)...
YARI CİNAYET: Şöyle ki: Dâire-i İslâmın merkezi ve rabıtası olan nokta-i hilâfeti elinden kaçırmamak fikriyle ve sâbık Sultan merhum Abdülhamid Han Hazretleri, sâbık içtimâî kusuratını derk ile nedamet ederek kabûl-ü nasihata isti’dâd kesbetmiş zanniyle ve “Aslâh tarik, müsalâhadır” mülâhazasiyle, şimdiki en çok ağraz ve infiâlâta mebde ve tohum olan bu vukua gelen şiddet sûretini daha ahsen sûrette düşündüğümden, merhum Sultan-ı sâbıka, ceride lîsaniyle söyledim ki: “Münhasif Yıldızı dârülfünun et; tâ, Süreyya kadar âlî olsun! Ve oraya seyyahlar, zebanîler yerine, ehl-i hakîkat melâike-i rahmeti yerleştir; tâ Cennet gibi olsun! Ve Yıldızdaki milletin sana hediye ettiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük dîni dârülfünunlara sarf ile millete iade et ve milletin mürüvvet ve muhabbetine i’timad et. Zîra, senin şâhâne idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf âhireti düşünmek lâzım. Dünya seni terk etmeden evvel sen dünyayı terket! Zekât-ül-ömrü Ömr-ü sâni yolunda sarfeyle. Şimdi muvâzene edelim: Yıldız, eğlence yeri olmalı veya dârülfünun olmalı? ve içinde seyyahlar gezmeli veya ulemâ tedris etmeli? Ve gasbedilmiş olmalı veyahut hediye edilmiş olmalı? Hangisi daha iyidir? İnsaf sahipleri hükmetsin.”
Ben ki bir gedâyım. Bir büyük pâdişâha nasihat ettim. Demek yarı cinâyet ettim.