Cinâyetin öteki yarısını söylemek zamanı gelmedi. (Hâşiye)
.........................................................................................
Yazık, eyvahlar olsun! Saadetimiz olan meşrûtiyet-i meşrûa, bir menba-ı hayat-ı içtimâîyemiz ve İslâmiyete uygun olan maarif-i cedideye millet nihayet derecede müştak ve susamış olduğu halde; bu hâdisede, ifratperver olanlar, meşrûtiyete garazlar karıştırmakla ve fikren münevver olanlar da, dinsizce harekât-ı lâubaliyane ile milletin rağbetine karşı maatteessüf sed çektiler. Bu seddi çekenler, refetmelidirler; vatan nâmına rica olunur.
Ey Paşalar, Zâbitler! Bu on bir buçuk cinâyetin şahitleri, binlerle adamdır. Belki, ba’zılarına İstanbul’un yarısı şahittir. Bu on bir buçuk cinâyetin cezasına rıza ile beraber, on bir buçuk suâlime de cevap isterim. İşte bu seyyiatıma bedel bir hasenem de var. Söyliyeceğim:
Herkesin şevkini kıran ve neş’esini kaçıran ve ağrazlar ve taraftarlıklar hissini uyandıran ve sebeb-i tefrika olan ırkçılık cem’iyât-ı akvamiye teşkiline sebebiyet veren; ve ismi meşrûtiyet ve ma’nası istibdât olan; ve İttihad ve Terakki ismini de lekedar eden buradaki şûbe-i müstebidaneye muhalefet ettim.
Herkesin bir fikri var. İşte; sulh-u umûmî, aff-ı umûmî ve ref-i imtiyaz lâzım. Tâ ki; biri, bir imtiyaz ile başkasına haşarat nazariyle bakmakla nifak çıkmasın. Fahr olmasın! Derim: Biz ki hakîki müslümanız, aldanırız fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz! Zîra biliyoruz ki: “İnnem-el-Hîyletü fî Terk-il-Hiyel” Fakat, meşrû, hakîki meşrûtiyetin müsemmasına ahd ü peyman ettiğimden, istibdât ne şekilde olursa olsun, -meşrûtiyet libası giysin ve ismini taksın- rast gelsem sille vuracağım.
Fikrimce meşrûtiyetin düşmanı, meşrûtiyeti; gaddar, çirkin ve hilâf-ı Şeriât göstermekle meşveretin de düşmanlarını çok edenlerdir. “Tebeddül-ü esmâ ile, hakâik tebeddül etmez”. En büyük hata, insan, kendini hatasız zannetmek olduğundan hatamı itiraf ederim ki; nâsın nasihatını kabul etmeden, nâsa nasihatı kabul ettirmek istedim.
Hâşiye: O yarının zamanı; on beş sene sonra, yirmi sekiz senedir müellifin sebeb-i hapsi olan, “Sirâcınnûr” un âhirindeki bahse bakınız, tam o yarı cinâyeti bileceksiniz.