Nefsimi irşâd etmeden, başkasının irşâdına çalıştığımdan emr-i bilmâ’rufu te’sirsiz etmekle tenzil ettim. Hem de tecrübe ile sâbittir ki: Ceza, bir kusurun neticesidir; fakat, ba’zan o kusur, işlenmemiş başka kusurun sûretinde kendini gösterir. O adam ma’sûm iken cezaya müstehak olur. Allah musîbet verir, hapse atar, adalet eder; fakat hâkim ona ceza verir, zulmeder.
Ey ulûlemir! Bir haysiyetim vardı, onunla İslâmiyet milliyetine hizmet edecekdim, kırdınız. Kendi kendine olmuş, istemediğim bir şöhret-i kâzibem vardı, onunla avama nasihatı te’sir ettiriyordum; maalmemnuniye mahvettiniz. Şimdi usandığım bir hayat-ı zaîfem var kahr olayım eğer idama esirger isem, merd olmayayım eğer ölmeye gülmekle gitmezsem. Sûreten mahkûmiyetim, vicdanen mahkûmiyetinizi intaç edecektir. Bu hâl bana zarar değil, belki şandır. Fakat millete zarar ettiniz. Zîra nasihatımdaki te’siri kırdınız. Saniyen, kendinize zarardır. Zîra hasmınızın elinde bir hüccet-i kâtıa olurum. Beni mihenk taşına vurdunuz; acaba fırka-i hâlise dediğiniz adamlar böyle mihenge vurulsalar, kaç tanesi sağlam çıkacaktır? Eğer meşrûtiyet bir fırkanın istibdâdından ibâret ise ve hilâf-ı Şeriât hareket ise
(Hâşiye) Zîra yalanlarla ittihad yalandır ve ifsâdat üzerine müesses olan ism-i meşrûtiyet fâsiddir. Müsemmâ-yı meşrûtiyet; hak, sıdk ve imtiyazsızlık üzerine beka bulacaktır.
.........................................................................................
“Otuz Bir Mart Hâdisesi” denilen o sâika ve müthiş fırtına, âdi sebepler tahtında öyle bir istibdâd-ı tabiîyi müheyya etmişti ki; neticesi hercümerç olduğu halde, min-indillâh, ehl-i kıyamın lîsanına dâima mu’cizesini gösteren ism-i Şeriât geldi. O fırtınayı gâyet hafif geçirdiğinden, Nisanın nısfından sonraki gazeteleri indallah mahkûm ediyor. Zîra o hadiseye sebebiyet veren yedi mes’ele ve onunla beraber yedi hal nazar-ı mütalâaya alınsa, hakîkat tezahür eder. Onlar da bunlardır:
Hâşiye: Yâni: Bütün dünya, cin ve ins ; şahit olsun ki, ben mürteciyim.