Birisi: “Sizler, düşünüp, böyle bir tevâfuku rastgetirmişsiniz” diyebilirler... Böyle bir şey yapmak kasd ile olsa, rahat ve kolay bir şeydir. Buna karşı deriz ki: Bir dâvâda iki şâhid-i sâdık kâfidir. Bu dâvâmızdaki kasd ve irâdemiz taallûk etmiyerek, üç-dört sene sonra muttali’ olduğumuza yüz şâhid-i sâdık bulunabilir. Bu münâsebetle bir nokta söyliyeceğim. Bu kerâmet-i i’caziyye, Kur’ân-ı Hakîm belâgat cihetinde derece-i i’cazda olduğu nev’inden değildir. Çünkü: İ’caz-ı Kur’ânda, kudret-i beşer o yolda giderek, o dereceye yetişemiyor. Şu kerâmet-i i’caziyye ise, kudret-i beşerle olamıyor; kudret, o işe karışamıyor.(Hâşiye).
Üçüncü Nükte: İşâret-i hâssa, işâret-i âmme münâsebetiyle bir sırr-ı dakik-ı Rubûbiyyet ve Rahmâniyyete işâret edeceğiz.
Bir kardeşimin güzel bir sözü var. O sözü, bu mes’eleye mevzu edeceğim. Sözü de şudur ki: Bir gün güzel bir tevâfukatı ona gösterdim, dedi: “Güzel, zâten her hakîkat güzeldir; fakat bu Sözlerdeki tevâfukat ve muvaffakıyet daha güzeldir.” Ben de dedim: “Evet, herşey ya hakîkaten güzeldir, ya bizzat güzeldir veya neticeleri îtibariyle güzeldir.” Ve bu güzellik, Rubûbiyet-i Âmmeye ve şümûl-ü rahmete ve tecelli-i âmmeye bakar. Dediğin gibi, bu muvaffakıyetteki işâret-i gaybiyye daha güzeldir. Çünkü bu, rahmet-i hâssaya ve rubûbiyet-i hâssaya ve tecelli-i hâssaya bakar bir sûrettedir. Bunu bir temsil ile fehme takrib edeceğiz. Şöyle ki:
Bir pâdişâhın umûmî saltanatı ve kanunu ile merhamet-i şâhânesi, umum efrad-ı millete teşmil edilebilir. Her fert doğrudan doğruya o pâdişâhın lûtfuna, saltanatına mazhardır. O sûret-i umûmîyyede, efradın çok münâsebat-ı husûsiyesi vardır.
İkinci cihet, pâdişâhın ihsânât-ı husûsiyesidir ve evâmir-i hâssasıdır ki; umûmî kanunun fevkınde, bir ferde ihsan eder, iltifat eder, emir verir.
Hâşiye: On Dokuzuncu Mektubun On Sekizinci İşâretinde; bir nüshada, bir sahifede dokuz Kur’ân tevâfuk sûretinde bulunduğu halde birbirine hat çekdik, mecmuunda Muhammed lâfzı çıktı. O sahifenin mukabilindeki sahifede sekiz Kur’ân tevâfukla beraber, mecmuunda Lâfzullah çıktı. Tevâfukatta böyle bedi’ şeyler çok var. Bu hâşiyenin meâlini gözümüzle gördük.
Bekir, Tevfik, Süleyman, Galib, Saîd.