İşte bu temsil gibi, Zât-ı Vâcibül-Vücûd ve Hâlik-ı Hakîm ve Rahîm’in umûmî Rubûbiyet ve şümûl-ü rahmeti noktasında herşey hissedardır; her şey’in hissesine isabet eden cihette husûsi onunla münâsebetdardır. Hem kudret ve irâde ve ilm-i muhîtiyle her şey’e tasarrufatı, her şey’in en cüz’î işlerine müdahalesi, Rubûbiyeti vardır. Herşey, her şe’ninde O’na muhtaçtır. O’nun ilim ve hikmetiyle işleri görülür, tanzim edilir. Ne tabiatın haddi var ki, o dâire-i tasarruf-u Rubûbiyetinde saklansın ve te’sir sâhibi olup müdahale etsin; ve ne de tesadüfün hakkı var ki, o hassas mîzan-ı hikmet dâiresindeki işlerine karışsın. Risâlelerde -yirmi yerde- kat’i hüccetlerle tesadüfü ve tabiatı nefyetmişiz ve Kur’ân kılıncıyla îdam etmişiz; müdahalelerini muhal göstermişiz. Fakat, Rubûbiyet-i âmmedeki dâire-i esbab-ı zâhiriyede, ehl-i gafletin nazarında, hikmeti ve sebebi bilinmiyen işlerde, tesadüf nâmını vermişler. Ve hikmetleri ihâta edilmiyen ba’zı Ef’âl-i İlâhîyyenin kanunlarını (tabiat perdesi altında gizlenmiş) görememişler, tabiata müracaat etmişler. İkincisi; husûsi Rubûbiyetidir ve has iltifat ve imdâd-ı Rahmânîsidir ki, umûmî kanunların tazyikatı altında tahammül edemiyen ferdlerin imdâdına Rahmân-ür-Rahîm isimleri imdâda yetişirler, husûsi bir sûrette muavenet ederler, o tazyikattan kurtarırlar. Onun için her zîhayat, husûsan insan, her anda ondan istimdat eder ve meded alabilir.
İşte bu husûsi Rubûbiyyetindeki ihsânâtı, ehl-i gaflete karşı da tesadüf altına gizlenmez ve tabiata havâle edilmez.
İşte bu sırra binâendir ki, İ’caz-ı Kur’ân ve i’caz-ı Ahmediyye’deki işârât-ı gaybiyyeyi, husûsi bir işâret telâkki ve îtikad etmişiz. Ve bir imdâd-ı husûsi ve muannidlere karşı kendini gösterecek bir inâyet-i hâssa olduğunu yakîn ettik. Ve sırf Lillâh için ilân ettik. Kusur etmişsek ALLAH afvetsin, âmin...