Eskişehir mahkemesinde, Said Nursî’nin siyasî şeylerle meşgul olmadığı tahakkuk etmiş, sadece bir Âyet-i Kerîmeyi tefsir eden bir risâlesinden dolayı ceza verilmiştir ki, Âyet-i Kerîme tefsirinden dolayı bir müfessiri cezalandırmak, dünyanın hiçbir mahkemesinde görülmemiştir; elbette ve elbette büyük bir adlî hatadır.
Ey hey’et-i hâkime: Beni, dört-beş madde ile ittiham edip tevkif ettiler.
Birinci Madde: İrtica fikriyle dini âlet edip, emniyet-i umûmîyeyi ihlâl edebilecek bir teşebbüs niyeti olduğu ihbar edilmiş.
Elcevap: Evvelâ; imkânat başkadır, vukuat başkadır. Herbir fert, çok adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkân-ı katil cihetiyle mahkemeye verilir mi? Herbir kibrit, bir hâneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkâniyle kibritler imha edilir mi?
Saniyen: Yüz bin def’a hâşâ! İştigal ettiğimiz ulûm-u îmaniye, Rızâyı İlâhîyyeden başka hiçbir şeye âlet olamaz. Evet, Güneş Kamer’e peyk ve tâbi olmadığı gibi, saadet-i ebediyyenin nurânî ve kudsî anahtarı ve hayat-ı uhreviyyenin bir Güneşi olan îman dahi, hayat-ı içtimâîyyenin aleti olamaz. Evet, bu kâinatın en muazzam mes’elesi ve şu hilkat-ı âlemin en büyük muamması olan sırr-ı îmandan daha ehemmiyetli bir mes’ele-i kâinat yoktur ki, bu mes’ele-i sırr-ı îman ona âlet olsun.
Ey hey’et-i hâkime! Eğer bu işkenceli tevkifim, yalnız hayat-ı dünyeviyeme ve şahsıma âid olsa idi; emin olunuz ki, on seneden beri sükût ettiğim gibi yine sükût edecektim. Fakat tevkifim, çokların hayat-ı ebediyelerine ve muazzam tılsım-ı kâinatın keşfini tefsir eden Risâle-i Nur’a âid olduğundan, yüz başım olsa ve her gün biri kesilse, bu sırr-ı azimden vaz geçmiyeceğim; ve sizin elinizden kurtulsam, elbette ecel pençesinden kurtulamıyacağım. Ben ihtiyarım, kabir kapısındayım. İşte o müdhiş tılsım-ı kâinat keşşafı olan Kur’ân-ı Hakîmin o muazzam keşfini göze gösterir bir sûrette tefsir eden Risâle-i Nur’un, o tılsıma âid yüzer mes’elelerinden, bu herkesin başına gelecek olan ecele ve kabre âid yalnız bu sırr-ı îmana bakınız ki: