Hem bir gün, iki yumurta getirdi; ben de hayrette kaldım. Dostlarımdan sordum : “Böyle olur mu?” dedim. Dediler : “Belki bir ihsân-ı İlâhîdir!” Hem şu tavuğun yazın çıkardığı küçük bir yavrusu vardı. Ramazan-ı Şerîfin başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti. Hem küçük, hem kışda, hem Ramazanda, bu mübârek hâli bir İkrâm-ı Rabbânî olduğuna, ne benim ve ne de bana hizmet edenlerin şüphemiz kalmadı. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o başladı, beni yumurtasız bırakmadı.
İkinci Vehimli Suâl: Ehl-i dünya diyorlar ki : Sana nasıl emniyet edeceğiz ki sen dünyamıza karışmıyacaksın? Seni serbest bıraksak, belki dünyamıza karışırsın. Hem nasıl bileceğiz ki sen kurnazlık yapmıyorsun? Kendini târik-i dünya gösterip halkın malını zâhiren almaz, gizli alır bir kurnazlık olmadığını nasıl bileceğiz?
Elcevap: Yirmi sene evvelki Dîvan-ı Harb-i Örfî’de ve Hürriyetten daha evvel zamanda çoklara ma’lûm hal ve vaziyetim ve İki Mekteb-i Musîbetin Şehâdetnâmesi nâmında o zaman Dîvan-ı Harpteki müdafaatım kat’i gösterir ki, değil kurnazlık, belki edna bir hileye tenezzül etmez bir tarzda hayat geçirmişim. Eğer hile olsaydı, bu beş sene zarfında sizlere temellukkârâne bir müracaat edilecekti. Hileli adam, kendini sevdirir, kendini çekmez; iğfal ve aldatmaya dâima çalışır. Halbuki bana karşı en mühim hücumlara ve tenkitlere mukabil, tezellüle tenezzül etmedim. Tevekkeltü Alellah deyip, ehl-i dünyaya arkamı çevirdim. Hem de âhireti bilen ve dünyanın hakîkatını keşfeden aklı varsa pişman olmaz, yeniden dünyaya dönüp uğraşmaz. Elli seneden sonra, alâkasız, tek başiyle bir adam, hayat-ı ebediyesini, dünyanın bir-iki sene gevezeliğine şarlatanlığına feda etmez.. feda etse, kurnaz olmaz, belki ebleh bir dîvane olur. Ebleh bir divânenin elinden ne gelir ki, onun ile uğraşılsın. Amma zâhiren târik-i dünya, bâtınen tâlib-i dünya şüphesi ise,
sırrınca : Ben nefsimi tebrie etmiyorum.. nefsim her fenalığı ister. Fakat şu fâni dünyada, şu muvakkat misafirhânede, ihtiyarlık zamanında, kısa bir ömürde, az bir lezzet için; ebedî dâimî hayatını ve saâdet-i ebediyesini berbad etmek, ehl-i aklın kârı değil. Ehl-i aklın ve zîşuurun kârı olmadığından, nefs-i emmârem ister istemez akla tâbi olmuştur.