Hem en garibi şudur ki; bir yerde demişim: Cenâb-ı Hakk’ın büyük ni’metleri olan tayyare, şimendifer ve radyoya, büyük şükür ile mukabele lâzımken, beşer şükür etmedi. Tayyareler ile başlarına bomba yağdı. Ve radyo, öyle büyük bir ni’met-i İlâhîyyedir ki, ona mukabil şükür ise; o radyo, milyonlar dilli bir küllî hâfız-ı Kur’ân olup, bütün zemin yüzündeki insanlara Kur’ân’ı dinlettirsin (Hâşiye) ve Yirminci Söz’de Kur’ân’ın medeniyet hârikalarından gaybî haber verdiğini beyân ederken, bir âyetin işareti olarak, “Kâfirler, şimendifer ile âlem-i İslâmı mağlûb ederler.” demişim. İslâmı, bu hârikalara teşvik ettiğim halde bir sebeb-i ittiham olarak, “Şimendifer ve tayyare ve radyo gibi terakkiyat-ı hâzıra aleyhinde” diye, iddianamenin âhirinde, beni evvelki müddeiumûmînin garazlarına binâen ittiham eder.
Hem; hiçbir münâsebeti olmadığı halde bir adam, Risâle-i Nur’un ikinci bir ismi olan “Risâletün-Nur” ta’birinden, “Kur’ânın nurundan bir Risâlettir, bir ilhamdır” demiş. İddianamede, başka yerin verdikleri yanlış ma’na ile, güya “Risâle-i Nur bir resûldür.” diye benim için bir sebeb-i ittiham tutulmuş.
Hem, müdafaatımda yirmi yerde, kat’i bir sûrette hüccetler ile isbat etmişiz ki: Bütün dünyaya karşı da olsa din Kur’ân ve Risâle-i Nur’u âlet edemeyiz ve edilmez! Ve biz, onların bir hakîkatını dünya saltanatına değiştirmeyiz ve bilfiil öyleyiz! Bu dâvanın emâreleri yirmi senede binlerdir. Mâdem böyledir, ben ve biz bütün kuvvetimizle deriz:
SAİD NURSÎ
Hâşiye: Üstadımızın senelerce evvel haber verdiği ve temennî ettiği bir hakîkat memleketimizde de tahakkuk etmiş bulunuyor. Elhamdülillah, şimdi radyomuzda Kur’ân okunuyor. İnşâallah öyle bir zaman gelecektir ki, Kur’ân hakîkatları olan Risâle-i Nur, radyolarla ders verilecek, beşeriyet büyük istifadelere nail olacaktır.