Bizim, Kur’ân’dan aldığımız hakîkatlar, Güneş, gündüz gibi şek ve şüphe ve tereddüdü kaldırmadığını, yirmi senedenberi “Acaba zındık feylesoflar buna karşı ne diyecekler ve dayandıkları nedir?” diye nefsim ve şeytanım çok araştırdılar. Hiçbir köşede bir kusur bulamadıklarından sustular. Zannederim, çok hassas ve iş içinde bulunan nefis ve şeytanımı susturan bir hakîkat, en mütemerridleri de susturur. Mâdem biz, böyle sarsılmaz ve en büyük ve en ehemmiyetli ve fiat takdir edilmez derecede kıymetdar ve bütün dünyası ve canı ve cânânı pahasına verilse yine ucuz düşen bir hakîkatın uğrunda ve yolunda çalışıyoruz. Elbette bütün musîbetlere ve sıkıntılara, düşmanlara, kemâl-i metanetle mukabele etmemiz gerektir. Hem, belki karşımıza, aldanmış veya aldatılmış ba’zı hocalar ve şeyhler ve zâhirde müttakîler çıkarılır. Bunlara karşı vahdetimizi ve tesanüdümüzü muhafaza edip, onlar ile uğraşmamak lâzımdır, münakaşa etmemek gerektir.
SAİD NURSÎ
Aziz Sıddık Kardeşlerim,
Kastamonu’da, ehl-i takvâ bir zât, şekvâ tarzında dedi: “Ben sukut etmişim, eski hâlimi ve zevkleri ve nurları kaybetmişim.” Ben de dedim: “Belki terakki etmişsin ki, nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enâniyet ve fâni zevkleri aramamak ile uçmuşsun.” Evet, bir ehemmiyetli ihsan-ı İlâhî; ihsanını, enâniyetini bırakmayana ihsas etmemektir. Tâ ucb ve gurura girmesin!
Kardeşlerim, bu hakîkata binaen, bu adam gibi düşünen veya hüsn-ü zannın verdiği parlak makamları nazara alan zâtlar, sizlere bakıp, içinizde mahviyet ve tevazu ve hizmetkârlık kisvesiyle görünen şâkirdleri âdi, âmi adamlar görür ve der: “Bunlar mı hakîkat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyan?... Heyhat ! Bunlar nerede, evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?” diyerek, dost ise inkisar-ı hayâle uğrar, muarız ise kendi muhalefetini haklı bulur.
SAİD NURSÎ