Haşirdeki mahkeme-i kübrâya bir arzuhaldir ve dergâh-ı İlâhîyyeye bir şekvâdır. Ve bu zamanda mahkeme-i temyiz ve istikbaldeki nesl-i âti ve Dârülfünunların münevver muallim ve talebeleri dahi dinlesinler!
İşte, bu yirmi üç senede yüzer işkenceli musîbetlerden on tanesini Âdil Hâkim-i Zülcelâl’in dergâh-ı adaletine müştekiyâne takdim ediyorum.
Birincisi: Ben, kusurlarımla beraber, bu milletin saadetine ve îmanının kurtulmasına hayatımı vakfettim. Ve milyonlarla kahraman başların feda oldukları bir hakîkata (yâni Kur’ân hakîkatına) benim başım dahi feda olsun diye bütün kuvvetimle Risâle-i Nur’la çalıştım. Bütün zâlîmâne tâziblere karşı tevfik-i İlâhî ile dayandım; geri çekilmedim. Ezcümle:
Bu Afyon hapsimde ve mahkememde, başıma gelen çok gaddarâne muamelelerden birisi, üç def’a ve her def’asında iki saate yakın aleyhimizde garazkârane ve müfteriyane ittihamnâmelerini, bana ve adaletten teselli bekliyen ma’sûm Nur Talebelerine cebren dinlettirdikleri halde; çok rica ettim: “Beş-on dakika bana müsaade ediniz ki hukukumuzu müdafaa edeyim.” Bir-iki dakikadan fazla izin vermediler.
...
Ben, yirmi ay tecrid-i mutlakta durdurulduğum halde, yalnız üç-dört saat bir iki arkadaşıma izin verildi. Müdafaatımın yazısında az bir parça yardımları oldu. Sonra, onlar da men’edildi; pek gaddarâne muameleler içinde cezalandırdılar. Müddeinin -bin dereden su toplamak nev’inden- yanlış ma’na vermekle ve iftiralar ve yalan isnadlarla, garazkârane ve on beş sahifesinde seksen bir hatâsını isbat ettiğim aleyhimizdeki ithamnâmelerini dinlemeğe bizi mecbûr ettiler; beni konuşturmadılar. Eğer konuştursalardı, diyecektim: “Hem dîninizi inkâr, hem ecdâdınızı dalâletle tahkir eden ve peygamberinizi (A.S.M.) ve Kur’ânınızın kanunlarını reddedip kabul etmiyen;