ve onun îdam tehdidine karşı geri çekilmeyen ve Ankara reisleri o hizmeti için Onu çağırdıkları halde Ankara’ya kaçmıyan ve esarette Rus’un baş kumandanının îdam kararına ehemmiyet vermeyen ve Otuz bir Mart Hâdisesinde sekiz taburu bir nutukla itaate getiren ve dîvan-ı harb-i örfîde, mahkemedeki paşaların: “Sen de mürtecisin, şeriat istemişsin!” diye suallerine karşı, îdama beş para kıymet vermeyip cevaben: “Eğer meşrûtiyet bir fırkanın istibdâdından ibâret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki ben mürteciyim! Ve şeriatın birtek mes’elesine ruhumu feda etmeğe hazırım” diyen ve o büyük zâbitleri hayretle takdire sevkedip, îdamını beklerken beraatine karar verdikleri ve tahliye olup dönerken, onlara teşekkür etmiyerek “Zâlimler için yaşasın Cehennem!” diye yolda bağıran ve Ankara’da dîvan-ı riyasette, Mustafa Kemâl hiddetle Ona dedi: “Biz, seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirler beyân edesin. Sen geldin, namaza dâir şeyler, yazdın içimize ihtilâf verdin.” O’na karşı, “Îmandan sonra en yüksek namazdır. Namaz kılmayan hâindir! Hâinin hükmü merduttur.” diye kırk elli meb’usun huzurunda söyleyen ve o dehşetli kumandan ona bir nevî tarziye verip hiddetini geri aldıran ve altı vilâyet zâbıtasınca ve hükümetçe, âsâyişin ihlâline dâir birtek maddesi kaydedilmeyen ve yüz binlerle Nur Şâkirdlerinin hiçbir vukuatı görünmeyen; yalnız bir küçük talebenin, haklı bir müdafaada, küçük bir vukuatından başka hiç bir şâkirdinden bir cinayet işitilmeyen ve hangi hapse girmiş ise o mahpusları ıslâh eden ve yüz binler Risâle-i Nur’dan, memlekette intişar etmekle beraber, menfaatdan başka hiç bir zararı olmadıklarını yirmi üç senelik hayatının ve üç hükümet ve mahkemelerin beraatler vermelerinin ve Nur’un kıymetini bilen yüz bin şâkirdlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin şehâdetiyle isbat eden ve münzevî mücerred, garib, ihtiyar, fakir ve kendini kabir kapısında gören ve bütün kuvvet ve kanaatiyle fâni şeyleri bırakıp, eski kusuratına bir keffaret ve hayat-ı bâkiyesine bir medâr arıyan ve dünyanın rütbelerine hiç ehemmiyet vermeyen ve şiddet-i şefkatinden ma’sûmlara, ihtiyarlara zarar gelmemek için kendisine zulüm ve tâzib edenlere bedduâ etmiyen bir adam hakkında, “Bu ihtiyar münzevî âsâyişi bozar, emniyeti ihlâl eder ve maksadı dünya entrikalarıdır. Ve muhabereleri dünya içindir, öyle ise suçludur” diyenler ve O’nu pek ağır şerait altında mahkûm edenler, elbette yerden göğe kadar suçludur. Mahkeme-i Kübrâda hesabını verecekler!.