Birincisi: İslâmiyetin pek çok kanun-u esasîsinden birisi
Âyet-i Kerîmesinin hakîkatıdır ki; Birisinin cinâyetiyle, başkaları akraba ve dostları mes’ul olamaz. Halbuki, şimdiki siyaset-i hâzırada particilik tarafdarlığı ile, bir câninin yüzünden pekçok ma’sûmların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinâyeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şeni’ gıybetler ve tezyifler edilip bir tek cinâyet yüz cinâyete çevrildiğinden, gâyet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup, kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbûr ediliyor. Bu ise, hayat-ı içtimâîyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. İran ve Mısır’daki hissedilen hâdise ve buhranlar, bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor. Fakat, onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir nisbetindedir. -Allah etmesin- bu hal bizde olsa, pek dehşetli olur.
Bu tehlikeye karşı çâre-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, ma’sûmları himaye için, cânilerin cinâyetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.
Hem emniyetin ve âsâyişin temel taşı, yine bu kanun-u esâsîden geliyor. Meselâ : Bir hânede veya bir gemide bir ma’sûm ile on câni bulunsa, hakîki adaletle ve emniyet ve âsâyiş düstûr-u esasîsi ile, o ma’sûmu kurtarıp tehlikeye atmamak için, gemiye ve hâneye ilişmemek lâzım; tâ ki ma’sûm çıkıncaya kadar.
İşte bu kanun-u esasî-i Kur’ânî hükmünce, âsâyiş ve emniyet-i dahiliyeye ilişmek, on cânî yüzünden doksan ma’sûmu tehlikeye atmak gazab-ı İlâhîyyenin celbine vesîle olur. Mâdem Cenâb-ı Hak bu tehlikeli zamanda bir kısım hakîki dindarların başa geçmesine yol açmış, Kur’ân-ı Hakîm’in bu kanun-u esasîsini kendilerine bir nokta-i istinad ve onlara garazkârlık edenlere karşı siper yapmak lâzım geldiğini zaman ihtar ediyor.