Hem şimdi birisi; hem Ramazan-ı Şerife, hem şeair-i İslâmiyeye, hem bu dindar millete büyük bir cinâyeti yaptığı vakit, muhaliflerinin, onun o vaziyeti hoşlarına gittiği görüldü. Halbuki, küfre rıza küfür olduğu gibi; dalâlete, fıska, zulme rıza da, fısktır, zulümdür, dalâlettir.
Bu acip halin sırrını gördüm ki; kendilerini, millet nazarında ettikleri cinâyetlerinden mâzur göstermek damariyle, muhaliflerini, kendilerinden daha dinsiz, daha câni görmek ve göstermek istiyorlar.
İşte bu çeşit dehşetli haksızlıkların neticeleri pek tehlikeli olduğu gibi, içtimâî ahlâkı da zir ü zeber edip, bu vatan ve millete ve hâkimiyet-i İslâmiyeye büyük bir su’-i kasd hükmündedir.
Daha yazacaktım, fakat bu üç nokta-i esasiyeyi şimdilik dindar hürriyet-perverlere beyân etmekle iktifa ediyorum.
SAİD NURSÎ
Adnan Menderes’e gönderilmek niyetiyle evvelce yazılan içtimâî hayatımıza ait bir hakîkatın hâşiyesini tekrar takdim ediyoruz.
Hâşiye: Eskilerin lüzumsuz keyfî kanunları ve su’-i istimalleri neticesinde, belki de tahrikleriyle zuhur eden Ticanî mes’elesini dindar Demokratlara yüklememek ve âlem-i İslâm’ın nazarında Demokratları düşürmemenin çâre-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum: Ezan-ı Muhammedî’nin (A.S.M.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi; Ayasofya’yı, beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmek ve hâlen İslâm’da çok hüsn-ü te’sir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâm’ın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, yirmi sekiz sene mahkemelerin muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraetine karar verdikleri Risâle-i Nur’un resmen serbestîsini dindar Demokratlar ilân etmeli ve bu yaraya bir nevi merhem vurmalıdırlar. O vakit âlem-i İslâm’ın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zâlîmane kabahatları onlara yüklenmez fikrindeyim. Dindar Demokratlar, husûsan Adnan Menderes gibi zatların hatırları için, otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir iki saat baktım ve bunu yazdım.
SAİD NURSÎ