Eğer desen: “Kader bizi böyle bağlamış, hürriyetimizi selbetmiştir. İnbisat ve cevelâna müştak olan kalb ve ruh için kadere îmân bir ağırlık, bir sıkıntı vermiyor mu?”
Elcevap: Kat’â ve aslâ!.. Sıkıntı vermediği gibi, nihayetsiz bir hıffet, bir rahatlık ve revh u reyhânı veren ve emn ü emanı te’min eden bir sürur, bir nur veriyor. Çünki insan kadere îmân etmezse, küçük bir dairede cüz’î bir serbestiyet, muvakkat bir hürriyet içinde, dünya kadar ağır bir yükü, bîçare ruhun omuzunda taşımaya mecburdur. Çünki, insan bütün kâinatla alâkadardır. Nihayetsiz makasıd ve metâlibi var. Kudreti, iradesi, hürriyeti milyondan birisine kâfi gelmediği için, çektiği mânevî sıkıntı ağırlığı, ne kadar müdhiş ve muvahhiş olduğu anlaşılır. İşte kadere îmân, bütün o ağırlığı kaderin sefinesine atar, kemal-i rahat ile, ruh ve kalbin kemâl-i hürriyetiyle kemâlâtında serbest cevelânına meydan veriyor. Yalnız nefs-i emmarenin cüz’î hürriyetini selbeder ve fir’avuniyetini ve rubûbiyetini ve keyfemâyeşâ hareketini kırar. Kadere îmân o kadar lezzetli, saadetlidir ki, târif edilmez. Yalnız şu temsil ile o lezzete ve o saadete bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:
İki adam, bir padişahın payitahtına giderler. O padişahın mahall-i garâib olan has sarayına girerler.