Ehl-i dalâletin vekili, tutunacak ve dalâletini ona bina edecek hiçbir şey bulamadığı ve mülzem kaldığı zaman şöyle diyor ki:
“Ben, saadet-i dünyayı ve lezzet-i hayatı ve terakkiyat-ı medeniyeti ve kemâl-i san’atı; kendimce, âhireti düşünmemekte ve Allah’ı tanımamakta ve hubb-u dünyada ve hürriyette ve kendine güvenmekte gördüğüm için, insanın ekserisini bu yola şeytanın himmetiyle sevkettim ve ediyorum.”
Elcevap: Biz dahi Kur’ân namına diyoruz ki: Ey bîçâre insan! Aklını başına al! Ehl-i dalâletin vekilini dinleme! Eğer onu dinlersen; hasâretin o kadar büyük olur ki, tasavvurundan, ruh, akıl ve kalb ürperir. Senin önünde iki yol var:
Birisi: Ehl-i dalâletin vekîlinin gösterdiği şekavetli yoldur.
Diğeri: Kur’ân-ı Hakîm’in târif ettiği saadetli yoldur. İşte o iki yolun pekçok müvâzenelerini, çok Sözlerde, hususan Küçük Sözler’de gördün ve anladın. Şimdi makam münasebetiyle binde bir müvazenelerini yine gör, anla. Şöyle ki:
Şirk ve dalâletin ve fısk ve sefahetin yolu, insanı nihayet derecede sukut ettiriyor. Hadsiz elemler içinde nihayetsiz ağır bir yükü zaif ve âciz beline yükletir.