Siracınnûr | Yirmialtıncı Lema | 86
(45-86)

Âyetinin rasathânesine girip îmanın dürbiniyle bu Âyet-i Hasbiyyenin en uzak tabakalarına ve şuur-u îmanî hurdebîni ile en ince esrarına baktım, gördüm:

Nasılki âyineler, şişeler, şeffaf şeyler, hatta kabarcıklar; Güneş ziyasının gizli ve çeşit çeşit cemâlini ve o ziyanın elvân-ı seb’a denilen yedi renginin mütenevvi güzelliklerini gösteriyorlar ve teceddüt ve teharrükleriyle ve ayrı ayrı kabiliyetleriyle ve inkisârâtlariyle o cemâl ve o güzellikleri tazeleştiriyorlar ve inkisârâtlariyle Güneşin ve ziyasının ve elvân-ı seb’asının gizli güzelliklerini güzel izhar ediyorlar.

Aynen öyle de: Şems-i Ezel ve Ebed olan Cemil-i Zülcelâl’in cemâl-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel Esmâ-i Hüsnâsının sermedî güzelliklerine âyinedarlık edip cilvelerinin tazelenmesi için bu güzel masnu’lar, bu tatlı mahlûklar, bu cemâlli mevcûdât, hiç durmayarak gelip gidiyorlar; kendilerinde görünen güzellikler ve cemâller, kendilerinin malı olmadığını, belki tezahür etmek istiyen sermedî ve mukaddes bir cemâlin ve dâimî tecelli eden ve görünmek isteyen mücerred ve münezzeh bir hüsnün işâretleri ve alâmetleri ve lem’aları ve cilveleri olduğunun pek çok kuvvetli delilleri Risâle-i Nurda tafsilen îzah edilmiş; burada o bürhanlardan üç tanesi, kısaca gâyet ma’kûl bir sûrette zikredilmiştir, diye beyâna başlar.

Bu Risâleyi gören herbir zevk-i selim ashabı hayrette kalmakla beraber kendilerinin istifadelerinden başka, gayrilerinin de istifadelerine çalışmayı lâzım buluyorlar. Husûsan ikinci bürhanda beş nokta beyân ediliyor. Aklı çürük, kalbi bozuk olmayan, her halde takdir ve tahsin ve tasvib ile “MÂŞÂALLAH FETEBÂREKÂLLAH” diyecek; fakîr, hakir görülen vücûdunu teâli ettirecek.. harika bir mu’cize olduğunu derk ve tasdik edecek...

Ses Yok