Siracınnûr | Yirmibirinci Mektub | 89
(87-89)

ve ehl-i îmanın en ziyâde hürmet ve merhamete şâyân aceze, alîl ihtiyareler; ve alîl ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve muhabbete en ziyâde lâyık ve müstahak bulunan akrabalar; ve akrabaların içinde dahi en hakîki dost ve en sâdık muhib olan peder ve vâlide, ihtiyarlık hâlinde bir hânede bulunsa, ne derece vesîle-i bereket ve vasıta-i rahmet ve

sırriyle, yâni: “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasa idi, belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti.” Ne derece sebeb-i def’-i musîbet olduklarını sen kıyas eyle.

İşte ey insan! Aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın.

sırriyle, sen vâlideynine hürmet etmezsen, senin evlâdın dahi sana hizmet etmeyecektir. Eğer Âhiretini seversen, işte sana mühim bir define; onlara hizmet et, rızâlarını tahsil eyle, Eğer dünyayı seversen, yine onları memnun et ki, onların yüzünden hayatın rahatlı ve rızkın bereketli geçsin. Yoksa onları istiskal etmek, ölümlerini temenni etmek ve onların nâzik ve seriü’t-teessür kalblerini rencide etmek ile

sırrına mazhar olursun. Eğer rahmet-i Rahman istersen, o Rahmanın vedialarına ve senin hânendeki emanetlerine rahmet et.

Âhiret kardeşlerimden Mustafa Çavuş isminde bir zât vardı. Dîninde, dünyasında muvaffakıyetli görüyordum. Sırrını bilmezdim. Sonra anladım ki, o muvaffakıyetin sebebi: O zât ise, ihtiyar peder ve vâlidelerinin haklarını anlamış ve o hukuka tam riâyet etmiş ve onların yüzünden rahat ve rahmet bulmuş. İnşâallah âhiretini de tâmir etmiş. Bahtiyar olmak isteyen ona benzemeli...


Ses Yok