Şu zamanda, husûsan maddiyyunların felsefeleriyle zihni bulananlar, bu bedîhî mes’elede tereddüd gösterdikleri için, şeytanın bu desîsesine karşı bir-iki söz söyleyeceğiz. Şöyle ki:
İnsanlarda şeytan vazifesini gören cesedli ervâh-ı habîse bilmüşahede bulunduğu gibi, cinnîden cesedsiz ervâh-ı habîse dahi bulunduğu, o kat’iyyettedir. Eğer onlar maddî cesed giyseydiler, bu şerir insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan sûretindeki insî şeytanlar cesedlerini çıkarabilse idiler, o cinnî iblisler olacaktılar. Hatta bu şiddetli münâsebete binâendir ki, bir mezheb-i bâtıl hükmetmiş ki: “İnsan sûretindeki gâyet şerir ervâh-ı habîse, öldükten sonra şeytan olur.”
Ma’lûmdur ki: Âlâ bir şey bozulsa, edna bir şeyin bozulmasından daha ziyâde bozuk olur. Meselâ: Nasılki süt ve yoğurt bozulsalar, yine yenilebilir. Yağ bozulsa, yenilmez, ba’zan zehir gibi olur. Öyle de: Mahlûkatın en mükerremi, belki en a’lâsı olan insan, eğer bozulsa, bozuk hayvandan daha ziyâde bozuk olur. Müteaffin maddelerin kokusuyla telezzüz eden haşarat gibi ve ısırmakla zehirlendirmekten lezzet alan yılanlar gibi, dalâlet bataklığındaki şerler ve habis ahlâklar ile telezzüz ve iftihar eder ve zulmün zulümatındaki zararlardan ve cinâyetlerden lezzet alırlar; âdeta şeytanın mâhiyetine girerler. Evet cinnî şeytanın vücûduna kat’i bir delili, insî şeytanın vücûdudur.
Sâniyen: Yirmi Dokuzuncu Sözde yüzer delil-i kat’i ile ruhanî ve meleklerin vücûdunu isbat eden umum o deliller, şeytanların dahi vücûdunu isbat ederler. Bu ciheti o Söze havale ediyoruz.
Sâlisen: Kâinattaki umûr-u hayriyedeki kanunların mümessili, nâzırı hükmünde olan meleklerin vücûdu, ittifak-ı edyan ile sâbit olduğu gibi, umûr-u şerriyenin mümessilleri ve mübâşirleri ve o umûrdaki kavâninin medârları olan ervâh-ı habîse ve şeytaniye bulunması, hikmet ve hakîkat noktasında kat’idir; belki umûr-u şerriyede zîşuur bir perdenin bulunması daha ziyâde lâzımdır. Çünkü: Yirmi İkinci Söz’ün başında denildiği gibi:
Herkes, herşeyin hüsnü hakîkisini göremediği için, zâhirî şerriyet ve noksaniyet cihetinde Hâlık-ı Zülcelâl’e karşı i’tirâz etmemek ve rahmetini ittiham etmemek ve hikmetini tenkid etmemek ve haksız şekva etmemek için, zâhirî bir vâsıtayı perde ederek, tâ i’tirâz ve tenkid ve şekva, o perdelere gidip, Hâlık-ı Kerîm ve Hakîm-i Mutlaka teveccüh etmesin. Nasılki vefat eden ibâdın küsmesinden Hazret-i Azrâil’i kurtarmak için hastalıkları ecele perde etmiş.