Bir saray, yüzer kapalı kapıları var. Bir tek kapı açılmasiyle, o saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapılar açık olsa, bir iki tanesi kapansa, o saraya girilemeyeceği söylenemez.
İşte hakâik-i îmaniye o saraydır. Herbir delil, bir anahtardır, isbat ediyor, kapıyı açıyor. Bir tek kapının kapalı kalmasiyle o hakâik-i îmaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilemez. Şeytan ise, ba’zı esbaba binâen, ya gaflet veya cehalet vâsıtasiyle kapalı kalmış olan bir kapıyı gösterir; isbat edici bütün delilleri nazardan iskat ediyor. “İşte, bu saraya girilmez, belki saray değildir, içinde birşey yoktur.” der kandırır.
İşte ey şeytanın desîselerine mübtelâ olan biçâre insan! Hayat-ı dîniye, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimâîyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-ı fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen; Muhkemât-ı Kur’âniyenin mîzanlariyle ve Sünnet-i Seniyyenin terazileriyle a’mâl ve hâtıratını tart ve Kur’ânı ve Sünnet-i Seniyyeyi dâima rehber yap ve
de, Cenâb-ı Hakk’a ilticada bulun.
İşte bu On Üç İşâret, on üç anahtardır. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın en âhirki Sûresi ve
in mufassalı ve mâdeni olan
Sûresinin hısn-ı hasînî ve kal’a-i metîninin kapısını o on üç anahtarla aç, gir, selâmeti bul!