Neşr ve ta’mim buyurduğunuz vasiyetnâme, bizler için hakîkaten böyle bir kara haberi bildiren bir ye’s ve mâtem işâreti midir? Yoksa yıllardan beri rûy-i zeminde ağlayıp, inleyen kimsesiz müslümanların, büsbütün kurtuluş beşareti midir? Bize bir haber sal. Sal ki; eğer böyle bir beşaret ise; senelerden beri hep ağlayan gözyaşlarımızı tutup, biraz da gülmesini bilelim ve öğrenelim.
Acaba bu, bize tahminlerimizi te’yid ve takviye edecek bir nevruzîmi yoksa Maazallah gözyaşlarını çağlatıp umman edecek bir nevmidî mi verecek? O bir vasiyetnâme mi? Yoksa bir tebriknâme mi? Yoksa oğul, uşak, ve aileden mahrumum, belki bana yas tutan ve mersiye yazan olmaz diye, kendi mersiyeni kendin mi yazdın Üstadım.
Senin sayısı yüz binleri aşan büyük bir aile efradın var. Hem öyle ki: Eğer istesen, hepsi sana hayatlarını feda’ya hazır, sana üç yüz elli milyon insan yas tutup ağlar. Belki sana aylar ve güneşler de ağlar, sana melekler mersiyeler okur ve yazar. Sana, seninle beraber dâima
deyip zikir eden geceler de, gündüzler de ağlar Üstadım.Şimdiye kadar hangi ölünün böyle milyonlarca yascısı, mersiyecisi ve aile efradı vardır ki: Bize sultanların ve hakanların bile bırakamayacağı bir mirası, çok zengin ve büyük bir hazineyi ölmeyecek olan Risâle’t-ün Nur’u armağan edip asıl dosta gidiyorsun.
Allah senden ebediyyen râzı olsun Üstadım. Demek bundan sonra kederlerimizi onunla giderip, bütün müşkillerimizi o Risâle-i Nur’a havale edeceğiz? Gece ve gündüz hep onunla mı müteselli olacağız?
Demek
diyerek hayatının bizim hakkımızda hayırlı ve nurlu olduğu kadar, mevtinin de aynı vecihle yine bizler için iyi ve hayırlı olduğunu göstermek istiyorsun. Şahsıma ait diye, belki bu yazılarımı da kabul etmek istemezsin, fakat kabul buyurmanı rica ederim. Çünkü ben, seni medh ve sena etmiyorum. Ben senin medhini ve vasfını, hep Hazret-i Kur’ân’a havale ediyorum.