Müdafalar | Müdafalar | 107
(1-190)
50.51.Bu seylâp ve zelzelelerden Risale-i Nur'un ve binnetice kendisinin kerametiyle kurtulmuşlardır. Ve mâsumlar ve çocuklar o belâlardan zarar görmüşler. Said bunu izah etmemiş ve edememiştir :Risale-i Nur'da mükerrer yerlerinde yazılmış ki, zâlimlere gelen musibetlerde mâsumların telef olan malları sadaka ve vefat edenler de şehid hükmünde olduğunu beyan, bu yanlışını ve sathiliğini gösterir.
52Hayır ve şerrin Allah'tan olduğunu inkâr yoluna sapmak gibi, bir tezada düşmüştür :Risale-i Nur'dan Kader Risalesi olan Yirmialtıncı Söz'ün sırr-ı kaderi emsalsiz bir surette ve îmanın erkânlarını Risale-i Nur'un harika bir tarzda isbatı meydanda iken böyle bir iftira, garazkârlıkdan başka bir şey değildir.
53.Nur Şâkirdlerinin bazıları ona bir mehdilik de tevcih etmişlerdir :İtiraznâmemde kat'i hüccetlerle onun bu hatâsı reddedilmiş. Hem hiç bir vakit, değil böyle büyük makamları belki küçük medih ve hüsn-ü zan ile nefs-i emmaresine bir benlik vermemek için reddettiği mahkemelerde de görülmüştür.
54.Mücedditlik ve büyük makamlar veren Şâkirdlerinin hitabelerine, enaniyet ve tefahura olan meyli icabı itiraz etmeyerek bu teveccühleri kabul ettiği görülmektedir : Bu hatasında kaç vecihle iftira var olduğu itiraznâmemde ve bu cetvelde kaç yerde isbat edilmiştir.
55.Hazret-i Ali'nin (R.A.) ilm-i hakikat itibariyle Şâkirdi olduğumdan mânevi evlâdı olabilirim, demesiyle kendine atfedilen makamlara liyakatını kabul etmiş görülmektedir :Bedi' mânasında olan Celcelûtiye kasidesinde İmam-ı Ali'nin (R.A.) çok cihetlerle Risale-i Nur'a sarahat derecesine yakın işaratı içinde; Bediüzzaman ismini Risale-i Nur'a vermesinden bana emaneten verilen o ismi Risale-i Nur'a iade ettiğimi yazmışım. Bununla beraber, ben de mânevi Âl-i Beytten sayılabilirim demekten maksadım; bir kısım müçtehidlerin “ve ala alihi ve sahbihi “ duasında, "Seyyid olmayan fakat ehl-i takva bulunanlar, o duada dahildirler" dediklerinden, o umumî duada benim de bir hissem bulunması için ricakârane bir te'vildir. Yoksa, o hatakârane mâna hiç hatırıma gelmemiş.
56.Ahmed Feyzi'nin risaleciğinin başında Said'in ikibuçuk sahifelik yazısı ile
“ya eyyühel müzzemmil” âyet-i kerimesinden ebced hesabiyle "Kürdî" kelimesi çıkarılmış : Burada benim iki sahifecik yazıma, Ahmed Feyzi'nin hakkımda mübalağakârane medihlerini kabul ettiğim mânası verilmiş, hatâ etmiş. Çünki, benim o mektubum Ahemd Feyzi'nin dikkatini ve ilmini takdir ile beraber hakkımdaki haddimden ziyade hüsn-ü zanlarını cerh ve tâdil için yazılmıştır. Hem âyetin mânâ-yı işarî tabakasından riyazî ve ebcedî bir tevafukla üstadına karşı bir mâna çıkarıp, hizmetine bir makbuliyet alâmeti olarak yazmış. Böyle şeylere yanlış denilmez ki, medar-ı mes'uliyet olsun. Olsa olsa ilmî bir hatâdır. Siyasete teması yoktur. Yine Ahmed Feyzi'nin Risale-i Nur'un müsellem faziletinin bir parçasını kendi üstadına isnad etmesi ve bu zamanın bir hidayet vasıtası olduğunu demesini, medar-ı mes'uliyet görüyor. Halbuki, herkes sevdiği bir adam hakkında mübalâğakârane ve ifratkârane medih ve sena etmekte, örfen, âdeten, ilmen dahi hata olmadığı halde, hiç münasebeti olmayan bir sözdür.
57.Böyle acib davalarla belki bir zaman peygamberliğini dâva ile hezeyan hâli başlamış oluyor :Bunun bu iftira ve isnad ve hatasından el'iyazübillah derim. Böyle hiç kimsenin hatırına gelmeyen ve bizi bilen hiç kimseyi kandırmayan isnadları, elbette kanun, siyaset ve idarenin haricinde bunda dehşetli bir mâna hükmediyor ki, böyle şeytanın da kimseyi inandıramadığı iftirayı ediyor. 58.İhtiyar Risalesinde "Yedinci Rica" gibi bazı risaleleri halkı devletin aleyhine teşvik edecek harekette ve mahiyette görülüp, Eskişehir Mahkemesinde mahkûmiyetine karar verilmiş :Bu da zâhir bir hatadır. Yedinci Rica ve İhtiyarlar Risalesi, değil sebeb-i mahkûmiyet ve emniyeti ihlal etmek, belki çok cihetlerle beni zulümden kurtardığı gibi, Eskişehir'deki kanaat-ı vicdaniye ile verilen hafif ceza da Tesettür Risalesinin bir mes'elesi içindir. Makam-ı iddiânın dikkatsizlik ve sathîliği ile böyle yanlışlar oluyor.
59.Husrev Altınbaş, Türk harfleri kanununa aykırı olarak Asâ-yı Mûsa ve Zülfikar gibi mecmuaları Arab harfleriyle yazmış :Şimdiye kadar Kur'an harfleri ve hattı, Türk milletinin hatt-ı kadîmi olduğu halde; Latin harflerini, Türk harfleri deyip Kur'an harfleri ile Asâ-yı Mûsâ'yı yazan Husrev'i mes'ul etmek birkaç vecihte yanlış olduğunu ehl-i insaf anlar.
60.61.62.63.İstinad ettiği hadisler zaif ve hattâ mevzu olmakla beraber, te'villeri yanlış ve aslı yoktur :Bütün ümmet bin seneden beri telâkki-i bilkabul ettiği ve âlem-i İslâm içinde az bir kısım ulemânın başka te'villerle bir derece za'fiyetine hükmettiklerine mukabil, cumhur-u muhaddisin ve Ümmet-i Muhammediye (A.S.M.) kabul ettiği; âhirzamanda gelen bazı hâdiseler hakkındaki muhtelif rivayetleri te'vil, yâni, mümkün bir ihtimal mânasiyle bu zamanda vukua gelen ve gözle görülen hâdiselere tam mutabık çıkmasını beyana, dünyada hiçbir ehl-i ilim yanlış diyemez . Faraza o hadîslerden birisi mevzu da olsa; mevzuun mânası hadîs değil demektir. Yoksa mânası yanlıştır demek değildir ki, darb-ı mesel nev'inde ümmet o rivayeti kabul etmiş. Bu nevi te'vilâta yanlış diyenler, kaç cihette yanlış olduğu gibi, ümmetin telâkkisine ihanet ve hadisleri inkârdır. Ve "Süfyana dair hiçbir hadîs yoktur, varsa mevzudur" diyen müddei hiç hadis kitaplarını okumadığı, belki Kur'an'ın sûrelerini de ne kadar olduğunu bilmediği halde, biri bir milyon, diğeri beşyüzbin hadîsi hıfzına alan İmam-ı Ahmed ibn-i Hanbel ve İmam-ı Buhârî gibi müçtehidlerin, böyle küllî ve umumî bir tarzda cesaret edemedikleri halde, o müddei, küllî bir surette ve umumi bir tarzda "Süfyan hakkında hiç bir hadis yoktur, varsa mevzu'dur." demesiyle haddinden binler def'a tecavüz edip büyük bir hatâyı irtikâb etmiş. Farz-ı muhal olarak hadis de olmasa ümmet-i İslâmiyede bir hakikat-ı içtimaiye ve müteaddid def'alar eseri görülmüş vâki ve hak bir hâdise-i istikbaliyedir.
64.İrsiyette kadın ve erkeğin müsavatı aleyhinde olduğu gibi medenî kanunları kabul etmediğinden inkılâb aleyhindedir : Otuz sene evvel medenî kanunlara istinad edip Kur'an'ın bir-iki âyetini tenkid eden ve Doktor Duzi'nin kitabını ifsad için neşreden bir-iki münafığa karşı bazı âyetlerin cerhedilmez bir tarzda tefsirini şimdi yazılmış gibi telâkki edip medar-ı mes'uliyet etmek Kur'an'ın o âyetlerin inkâr etmek hükmünde bir hatâdır.
65.Süfyan ve bir İslâm deccalı, Mustafa Kemal olduğu Beşinci Şuâ'da anlaşılıyor : Beşinci Şuâ, küllî bir surette çok zaman evvel müteşabih bir hadîsin bir te'vilini beyan etmesi ve itiraznâmede kat'i cevabı verilmesi; bu zâhir yanlışı ve medar-ı mes'uliyet olması büyük hatâ olduğunu gösteriyor. Eğer mes'uliyet varsa bu ince, küllî mânayı böyle cüzî bir şahsa tatbik edip mahkemede teşhir eden kimse mes'ul ve suçlu olur. 66.Şapka fes gibidir. İman ile hiç alâkası yoktur. İman ise tamamen vicdanî ve kalbî olduğunu Said bilmekten âcizdir :İslam ulemâsı ve müçtehidleri ve Şeyhü'l İslâmlar, hususan İmam-ı Âzam, îmanı zedeleyen çok alâmetleri ve harekatları kaydettikleri halde hususan şapka ve zünnarın (kütüb-ü kelâmiyede dahi) ulemânın, îmânın muktezasına münafî olduğunun ittifaklarına karşı, böyle sözleri yazan ne kadar hata ve yanlış olduğunu divaneler de anlar. Şapka hakkında itiraznâmemdeki beyanat ve Risale-i Nur'daki îman-ı tahkikînin harika hüccetler, Said'in "idrakinde âcizdir" demesini yüzüne çarpar. 67.68.Şapkanın küfür alâmeti ve devam-ı ısrarı da dinsizlik olması üzerine çok durmaktadır. Şapkanın giyilmemesi için propagandaya ve kendi tâbirlerince mücadele ve mücahedeye giriştikleri görülmektedir :İtiraznâmemde dört-beş yerinde gayet kat,-i bir surette bu yanlışın ne kadar mânâsız olduğunu gösterir. 69.Nur Talebelerinin şapka giymeyerek bere giydikleri müşahede edilmiştir : Nur Talebelerinin umumu değil, ehl-i takva, hususan hayat-ı içtimaiye ile alâkası az olanlar lüzumsuz ve mânâsız ve secdeye mani olan şapkaya giymediklerini medar-ı mes'uliyet zanneden, kendisi hakikat ve adalet ve maslahat-ı millet nazarında mes'uldür.
Ses Yok