Müdafalar | Müdafalar | 109
(1-190)
83.84.85.İddiacı demiş : Said'in gizli düşmanı yok ve onu zehirleyen yok. Ve zındık namını verdiği ve kırk seneden beri Said onların ehl-i iman hakkındaki ifsadatına karşı Kur'an'ın hakikatları ile mukabele ettiği bir komite yoktur. Belki Onu tazyik eden bir kısım me'murlara zındık ve münafık diyor :İddiacının bu ittihamı hem birkaç vecihle hata ve yalan ve hem bîçare ve aldanmış ve vazife itibariyle Said'i hapis veya ta'zib etmiş, bir kısım Müslüman ve ehl-i iman me'murlara, o münafık ve zındık tâbirini vermek büyük bir cinayettir. Ve bu dindar milleti bir tahkir ve ittihamdır ki; Said mükerrer demiş: "O vazifeperver Müslümanlar Nurlara zarar vermiyen ve istifade eden adliye me'murları beni idamla mahkûm etseler, hakkımı onlara helal ederim." deyip, mümkün olduğu kadar musalâhakârane onların vazifelerine dokunacak harekâttan çekinen bir münzevi ve garib adam hakkında bu ittiham büyük bir günah ve bir iftiradır. Halbuki Said'i bilenler bilirler ki, mümkün olduğu kadar tekfirden çekinir. Hatta sarih küfrü bir adamdan görse de, yine te'vile çalışır. Onu tekfir etmez. Her vakit hüsn-ü zan ile hareket ettiği halde ona bu ittihamı yapan elbette kendisi o ittiham ile tam müttehemdir.
Hem gizli düşmanı ve ifsad komitesi yok demesi öyle bir yalandır ki, komünist ve mason ve taşnak gibi çok komiteler lisan-ı hal ile; bu iftiradır, biz meydandayız derler. Ve otuz seneden beri emsalsiz bir tarzda Said'in başına gelen elim hâdiseler, hususan bu on ay tercrid-i mutlak ve Said'in herşeyi bırakıp bütün kuvvetiyle Kur'an için o mütecaviz din düşmanlarına karşı yüz Nur risaleleriyle galibane çalışması, o yalan dâvâyı yüz hüccetle tekzib eder.
Hem iddiacının "Onu zehirleyen olmamış." demesi , öyle bir hatâdır ki, o daima Said ile bulunmak ve sergüzeşt-i hayatına tamamen muttali olmakla ancak o menfî hükmünü isbat ve yirmi sene koltuğum altında işleyen ve görenler hayret eden ve aşılamakla olan zehir çıbanı ve yanımda bulunan dostların görerek şehadetleriyle hem Kastamonu'da, hem Denizli hapsinde, hem Emirdağı'ndaki tesemmümlerimi inkâr etmekle o hatâsını tamir edebilir.
86.İddiacı der : Zelzele gibi bazı hâdiseler, Nurlara hücum zamanında gelmeleri Nur'un kerametidir ki, zemin hiddet eder. İşte Saidin bu fiili zemine vermesi dine muhaliftir :
Kur'an'da "Cehennem ehl-i küfre öyle hiddet eder ki, parçalanmak derecesine gelir" mânasında olduğu tarzında, teşbih suretinde Nurlara hücum hatâsiyle zemin hiddet eder ve hava ağlar ve kış kızar. Yani : Emr-i İlâhi ile o mahlûklar vazifeleri içinde kuvvet ve kudret-i Rabbaniyenin tecellisine mazhar olup gadâb-ı İlâhiyi gösterirler. Beşeri ikaz için titrer, ağlar demektir.
87.Hem tefahura meylini gösterir, kendini müceddid bilir :İddiacının : "Tefahura meyli var, kendini makam sahibi bilir. Hatta Said, ben, seyyid ve Âl-i Beyt'den değilim, fakat bir cihette mânevi Âl-i Beyt'den sayılabilirim" demesine cevap: Evvelen : Ben Âl-i Beyt'den sayılabilirim demekten maksadım duasında dahil olmak için, bir ricadır.
Sâniyen : Nefs-i emmaremi tebrie etmem. Her fenalığa meyli olabilir. Fakat o nefsin kırk sene belâsını çeken ve otuzbeş seneden beri onun şerlerinden ve heveslerinden çekilmeğe çalışan ve a'malde bütün kuvvetini ihlâsda gören ve o halini yakın dostları müşahede eden ve Nur'un eczaları ve onun müstenfikâne ve müstağniyâne halkın hürmetinden ve medihlerinden çekilmesi, onun mahviyetkârane meşrebine şehadet eden bir adamı bu ittiham ile mes'ul etmek, pek insafsızca bir hatâdır. Hem Said : "Nurlar bir sadaka-i makbule gibi belâların define bir vesiledir deyip muhtaçları Nurlara teşvik için bazı fevkalâde ihsanat-ı İlâhiyeyi bir nevi keramet-i Nuriye ve bir lem'a-i mu'cize-i Kur'aniyeyi, hakikatlarının bir tefsiri olan Nurlara in'ikas etmiş" demesinin ve izhar etmesinin sebebi ise: Bu millet ve vatana tam bir hizmet-i imaniye yapmak için o ikramat-ı İlâhiyeyi bazan yazar, tâ Nurlara itimad ve hüccetlerine kanaat gelsin. Yoksa bu kadar insafsız muarızlara ve evhamlı me'murlara karşı; zaif, fakir ve garib bîçare bu kudsi hizmet-i milliye ve vataniyeyi yapamazdı. Bin dereden su toplayan ve habbeyi kubbeler yapan iddiacı gibiler mâni olurdu. Nurların makbuliyetine imza basan ve şehadet eden bine yakın işaret-i gaybiye ve emarat ve vâkıatı, Sikke-i Gaybiye mecmuası delilleriyle isbat etmiş. Bin ince ipler toplansa koca bir halat olur.
88.İddiacı der: Nur, tefsir değil, hem bazan akideye muhalif gider : Tefsir iki kısımdır: Biri, ibaresini izah eder, biri de, hakikatlarını isbat eder. Nurlar bu ikinci kısım tefsirlerin en kuvvetlisi ve en kıymetdarı olduğuna ehl-i dirayet ve dikkat yüzbinler şahidler var. Ve Mısır, Şam ve Haremeyn-i Şerifeynin muhakkik hocalarının Nurları tasdik edip ilişmemeleri ve Said'in müddet-i hayatında mantıkî ve galibâne mücadele-i ilmiyesi iddiacının bu isnad ve ittihamını tekzib ve reddeder.
89.İddiacı : Eski zamanda Ehl-i Sünnete karşı Hasan Sabbah, Bâtıniyyûn mezhebiyle ve Şeyhü'l-Cebel bir galat-ı Şia tarikıyla meydana çıkıp siyasî sarsıntı vermesi gibi; Said'i onlara benzetmesi ve ittiham etmesi pek acîb bir yanlıştır. Evet, Sünnet'e muhalif hareket etmemek ve siyasete karışmamak için yirmiüç sene işkenceli esareti, hapsi, ihanetleri kabul eden ve siyasete girmemek için bütün dünyevî rütbelerinden yüzünü çeviren bîçare Said'i onlara benzetmek öyle soğuk bir hatâdır ki; bugünlerde hararetli ümitlerimizi kıran o ittihamın aynı zamanında gelen kar ve soğuktan daha bâriddir. Hem iddiacı güyâ dünyada ebedî kalınacak ve herkes her cihetle dünya maksatlarına çalışıyor itikadında çalışıyor bulunur gibi, diyor : "Said, inkılâb aleyhinde ve emniyeti ihlal fikriyle mukaddesatı âlet yapıp, halkı fesada teşvik ediyor" diye ittihamı, öyle bir yanlıştır ki; Nur'un bütün kudsî hakikatlarının ve talebelerinin uhrevî alâkaları, onu reddederler. O iddiacı bilsin ki; birtek hakikat-ı imâniyeyi dünya saltanatiyle değiştirmeyiz. Ve birtek nükte-i Kur'aniyenin bir paşalık rütbesinden daha ziyade yanımızda ehemmiyeti var..
İddiacı, bir dereden su toplamak gibi, Nur Şakirdlerinin birbirlerine karşı muhabbetkârane ve hususi hissiyatlarını ve Nurlardan istifadelerini, samimâne ve bazan müfritâne gösteren mektuplarını bir esas yaparak cerbezesiyle onlardan medar-ı ittiham çıkarıp bizi irtica ile ittiham etmeğe çalışması, öyle bir hatadır ki; kabrinde onun çok azabını çekecek. Meselâ : Uzak bir köyde Muallim Mustafa Sungur'un bir mektubunu hem O'na, hem bize medar-ı irtica yapıyor. Acaba o genç muallim, Nurlarla hakikî ve imanlı bir muallim ve mâsum çocuklara hüsn-ü ahlak sahibi bir terbiye edici vaziyetine girmesine şükür ve hamd mânâsında, "Ben eski sefahet ve dalâletimden kurtuldum." demesiyle bir irtica olur mu? İrtidattan çekinmek ve dalâlatten sakınmak ile bir fesad, bir irtica değil; belki dersini dinleyecek mâsumlar adedince bir ıslah, bir mânevi terakkidir.
Bu parça benim kardaşlarımın müdafaatları içinde benim şâkirdlik hakkım olarak yazılsın.
Said Nursî
Ses Yok