Müdafalar | Müdafalar | 164
(1-190)
Şu halde doğrudan doğruya iddia olunduğu gibi, bu mes'eleler Türkiye Cumhuriyeti inkılabları zamanında yazılmamış ve bu inkılâbları kötülemek maksadı güdülmemiştir. Ancak bahsedilen inkılablardan evvel -ve mevzu da olsa- hadîs namı altında yazılan ve İslâm Tarihine malolmuş hadisleri tefsir ile Hıristiyanlığa ve İslam Alemine ait iki türlü Deccal ve Süfyandan bahsedilmek suretiyle gelecek zamanın durumları hakkındaki fikir mahsullerini, az çok uygun geldiği zamanın inkılâblarının kötüleme kasdıyla yazıldığı iddiası, bu yazıların suç mevzuuna girmesini mûcib olmaz. Ve aynı zamanda Beşinci Şua'ın mes'elelerinin herkese gösterilmesi câiz olmadığı ve mahrem bulunduğuna da bu bahisten evvel işaret edilmiş olması da; iddia makamının "millî inkılâbların bazı taraflarını kötülemek maksad ve gayesiyle yazıldığı ve bunun propagandasına girişildiği" yolundaki iddialarının yerinde olmadığını göstermektedir.
Gerek iddianâmede, gerek kararnâmede ve gerekse esas-ı mütalaanâmede; "Bu yazılarda gösterilen Deccal ve Süfyan tabirlerinin , Atatürk'ün kastedildiği ve bu zatın Türkiye'nin bânisi olmasına rağmen kendisine "küfr-ü mutlak" izafe olunması ve bunun yaptıkları inkılâbların bazı taraflarının da aynı suretle kötülemek ile halkı hükümet aleyhine teşvik olunmakta bulunduğu" iddia olunmaktadır.
Bir def'a, kararnâmenin Said Nursî'ye ait kısmının sonlarında; "suç sayılan bu yazılardan dolayı evvelce yapılan mahkemesi sonunda, suç olmadığından beraet etmiş olduğu yolundaki savunmaların yerinde olmadığına" işaret olunmakla beraber, "Eskişehir ve Denizli Ağır Ceza Mahkemelerinde suç konusu ve tahkikat mevzuu olan eserlerinin de yine bu eserler olduğu" kabul edilmiş bulunduktan sonra, hemen ilâve olunuyor ki: "Bu kere tedkik edilen ve suç konusu olan yazıları ihtivâ eden Siracü'n-Nur ve Hazinetü'l-Bürhân adlı kitab ve risaleler ise binüçyüzaltmışaltı tarihinde yani, geçen sene yazılmış ve basılmış ve intişar etmiş olduğu ve ikamete tabi tutularak üç seneden beri oturmakta olduğu Emirdağı'nda kaldığı sırada mümâ-ileyh ile talebeleri ve talebelerinin yekdiğerleriyle vaki muhabere mektubları da suç konusu teşkil ettiği" iddia edilmektedir.
Denizli Mahkemesince beraetten sonra, bu risalelerin aynı zamanda mahkeme kendilerine iadesi sebebiyledir ki; bu bahisleri ihtiva eden risaleler bir arada toplanarak "Zülfikar", "Asâ-yı Mûsâ" ve "Siracü'n-Nur" isimleriyle ayrı ayrı mecmua haline getirilmiştir. Bu itibarla, sonradan yazılmış hiçbir eser ve bahis mevcud değildir. Yalnız iki nükte; biri tekrârât-ı Kur'aniye, diğeri melekler hakkında yazmış. Başka yazmamıştır.
Bu cihetledir ki: Bu defa iddia mevzuu olan bu bahisler; birinci def'ada mahkûmiyet, ikinci def'ada beraetle neticelenen ve üçüncü def'a olmak üzere mahkemenize getirilen aynı yazı ve risaleler bulunmakta olup.. böylece evvelce bir mahkemenin suç mevzuu olmadığına kani olup, beraetle beraber eserlerinin iadesine karar verilmiş olması; aynı yazıların tekrar huzurunuza suç konusu sayılarak getirilmesi, yerinde olmadığı gibi, muhâkeme edilmesi dahi usül hükümlerine ve ceza kanununa uygun bulunmamaktadır.
Hem bu risalelerde bahs edilen İslam Deccalı veya Süfyan kelimelerinin Atatürk'e ait olduğu tahmîni kabul edilmesi halinde dahi; Atatürk'ün sağlığında 1935 senesinde bu cihetle bir sene hapse mahkumiyetine karar verilmesine ve aradan onüç sene gibi bir zaman geçmiş olmasına göre de, on sene evvel vefat eden bir şahsa karşı yazılan bu yazıların suç ile ilgisi varsa, şahsî şikayeti mucib hakâret dahi teşkil etse, mürur-u zamana uğradığı âşikâr bulunmaktadır.
Siyah kaplı defterin 22-23-24. sahifelerinde yazılı, Said Nursî'nin talebelerine yazdığı iddia olunan mektubda: "Bayramda Arabça tekbir alınması müjdesine karşı, memnuniyetini bildirerek, Anadolu'nun her tarafında böyle tekbirler alınması temennisi"de, bu sene Diyanet İşlerinin müftülüklere vaki emirleri üzerine bayram tekbirlerinin Arabça alınmasına müsaade edilmiş olmasıyla bu temenni tahakkuk etmiş bulunduğundan, esasında suç mevzuu teşkil etmeyen ve şahsî ve dinî bir arzu ve mahiyette olan bu yazının hakikata inkılabıyle suç tavsifine dahi mahal kalmamış bulunmaktadır.
Diğer bir müdafaa noktası da ; suç iddia olunan bu bahislerin mühim bir kısmı, dinî olmakla beraber, içtimâi ve ahlâki duygulardan ibarettir. Şöyle ki:
Suç olduğu iddia olunan riselelerden yine Beşinci Şua mevzularından olan yirmi mes'eleye tetimme olarak yazılan üç mes'eleden, birincisinde: "Ahirzamanda Hıristiyanların Deccalı olan büyük Deccalın, Şeriat-ı İseviye'nin ahkâmını kaldırıp Hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtalarını, bozarak, anarşistliğe, Ye'cüc ve Me'cüce zemin hazırlar."dedikten sonra İslâm Deccalına geçerek: "İslam Deccalı olan Süfyan dahi, Şeriat-ı Muhammediye'nin (A.S.M.) ebedi bir kısım ahkamını, nefis ve şeytanın vesveseleriyle kaldırmaya çalışarak, hayat-ı içtimaiyenin maddi ve manevi rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakıp hürmet ve merhametin nuranî zincirlerini çözer, hevesât-ı müteaffine bataklığında birbirine saldırmak için cebri bir serbestiyet ve aynı istibdat bir hürriyet vermekle anarşistliğe yol açar ki; o vakit insanlar, gayet şiddetli bir istibdattan başka bir şeyle zabt olunmazlar." diye yazılması, iddia makamınca bir suç mevzuu olarak kabûl edilmektedir. Halbuki: Şu birkaç satır yazıda, hükümet ve rejim aleyhinde olmaktan ziyade, o hükümet ve rejimin tatbik olunduğu hey'et-i içtimaiyenin asırlardan beri perestişkârı halinde tatbik edegeldiği içtimai ahlâkın ruhlardaki duygusundan ibaret olan İslâm dini akidelerinin bir gün olupta Süfyan ta'bir olunan bir kuvvetle kaldırılacak olursa: o cem'iyetin maddi-manevi rabıtaları, hürmet, merhamet, ve itaat gibi cem'iyetin nurlu bağları kopar. ve herkes hududsuz hürriyet ve serbestiyet altında kalırsa; birçok insanların şeref Ve namusları, serkeş, sersem ve sarhoş kimselerin ayakları altında kalacağı ve şehvânî heveslerin kokmuş bataklıklarına onların da batacaklarına.. ve işte o zaman anarşistlik başlayacağı cihetle, bu halin önüne ancak sıkı bir istibdatla geçilebileceğine işaret olunmakta.. hulâsaten; hudutsuz hürriyetin, anarşi ve binnetice ve mecburen istibdadı mucib olacağına, içtimai duyguyla işaret olunmaktadır.
Şu suretle: cem'iyetlerin bu hale düşmemelerini, düşmek üzere ise geri dönülmek lüzumuna işaretle umumi olarak, yani, İslâm ve Hıristiyanlık aleminin nizam ve intizamının muhafazası lüzumundan bahsetmek suretiyle, dini akide yoluyla içtimai bozuklukların sebebine işaret olunmaktadır. Bu itibarla da, sırf içtimaî ve ahlâkî bulunan bu bahsi fikir ve kanaatlerinin suç mevzuu sayılacak tek bir noktası bulunmamaktadır.
Esasen ihtiyar sanığın yaşayışı münzevî olup, asla siyasetle alakası bulunmadığı birçok yazılarında tekerrür etmiş olmasına göre de; bu duygu ve düşüncelerinde, yazı ve eserlerinde ve bütün Nur Risalelerinde tamamen imânî ve içtimâi bir his görülmektedir. Misal olarak:
Ses Yok