Müdafalar | Müdafalar | 167
(1-190)
Malumdur ki: Bir işret masasında,medeniyetin pak bakımı yerine, kirli bakımından yek-diğerine karşı hileli samimiyet gösteren, haddini tecavüzden sonra da birbirine saldıran, ortalığı velveleye veren, maddeten-mânen halkın rahatını selbeden sarhoşları, idare me'murlarımız her zemin ve zamanda lâyıkıyle idare ettikleri, okşadıkları halde; tehzib-i ahlâka saik olan dini eserlerini istinsah ve mütâlaasıyla yek-diğerine sevgi gösteren, abdullah için değil, Allah için vatan uğrunda şehâdete hazırlanan mü'minlerin hilesiz, medeniyete, fazilete müntehi hareketlerini enva-ı bahanelerle suç telakki eden... takibe, tazyike lâyık gören aynı idare me'murlarının arzusuna uygun hükümler, efkâr-ı umumiye ile yüksek âdiller muvacehesinde çok çirkindir.
Çünki; hükûmet (....) dini dünyadan ayırmış; tarikatçılık, dervişliğe (....) nihayet vermiş ise de... dine, ilme, mukaddesata hizmet edenlere taarruz için yol vermemiş. Bilhassa karar yerinde, mahkemenin yersiz temaslarına göre, yurdumuzda, milletimizden kavmiyet farkı gözetilmeyeceğini kanunla sağlamış olmakla beraber milletimizin herhangi bir din âlimini de eser te'lifinden, vaazdan, nasihattan, tenkid hakkından, söz hürriyetinden men' etmemiştir. Nitekim aramızda bulunan akliyatların da dinî duygu, şa'şaalı saygılarına da müdahele göstermemiştir.
Bu sebeple; hakiki bir İslâm, bir din âlimi yahut vâizi, nâsihi hangi bir zaman ve mekanda : "Ey Müslümanlar! Kötü ahlaktan, menâhiden, fısk u fücurdan, tereddîden sakınınız.. Allah; müfsidleri, münafıkları, dinsizleri, zalimleri sevmez..!" diye hitap ederse.. etraftaki ferdlerden, cemaattan herhangi bir zümre, "Sen, din perdesi altında gizli emeller takib ediyorsun! Cem'iyet kuruyorsun; devletin emniyetini bozuyorsun. Telmih, kinâye, rumûz, istiare, teşbih kasdıyla bizi tenkid ediyorsun, taarruza geçiyorsun." dese; seyyiat sahalarındaki öz-iğrenç hareketlerini de kendisi için sorgusuz sualsiz mübah telakki eylese, bir taraftan da o âlim ve vâize tecavüz etse, hürriyetini çiğnese, Allah'ın emrine uygun dini telkinlerini baltalasa.. akıl ile mantık, fen ile medeniyet, ilim ile hikmet; o mütecavizi bir canavar yahut mecnun addeyler. Çünki, Allah katında bir çobandan farkı olmayan nice eâzım bile... dini sahalara tenkid etmek, hakikatta enbiya varisi sayılan hakiki din âlimlerinin hakkıdır.
Ne hâcet, Allah ve Peygamberini de tenkid ve inkâr eden bazı dinsizler bile mücerred maddi hürriyete dayanıyor, gayr-ı ahlâkî neşriyat yapıyorlar. Onlara karşı, hakiki alimlerin, vaizlerin ve nâsihlerin gayesi ise; insanları tereddîden korumak, ıslâha davet etmekten ibarettir.
Filhakika Buhâri-i Şerif'de büyük Peygamberimiz (A.S.M.) buyuruyorlar ki: "Bir zaman gelir.. me'murluk ile başınıza geçecek vülât ile ümerâ, belki namazınızı da muayyen vaktinde çıkarırlar. Öyle bir zamana şahid olursanız.. sakın fesada, nifaka, saik olmayınız. Siz yine namazınızı gizlice-vaktinde evinizde kılınız. Sonra gidiniz, çıkardıkları vakitte karaltının çoğuna tabi olunuz." Böyle olmakla beraber ulemânın vazifesi büyüktür.
Yine Peygamberimiz (A.S.M.) buyuruyorlar ki: "Hangi bir zaman ve mekanda âlimler, Allah'ın emrini, nehyini söylemekten çekinirlerse, kıyamet gününde onların ağızlarına ateşten gemler vurulur, ehl-i mahşer arasında terzil ve ta'zib olunur." Bunları söylemekte din âlimleri mecbur; inanıp inanmamakta beşeriyet muhtardır.
Bu hakikatlere istinaden müekkillerimden Said Nursî, tazyik-i hâdisâtla matbuata da intikal eden câmialı müdafaatında bazı inceliklere temas etmiş ve demiştir ki: "Ben iktidara ve partilere diyorum ki: Beni serbest bırakınız. El ele verelim... masonluk, bolşeviklik; dinimize, ırzımıza, malımıza, canımıza, gençlerimizin imanına saldırmak istiyor. Mücâhedeye koyulalım. Tehlikeyi çiğneyelim, yok edelim." Onlar bana diyorlar:
1-"Sen bir cemiyet kuruyorsun!"
2-"Sen rejime aykırı fikirler neşrediyorsun!"
3-"Sen siyasi bir gâye peşindesin!"
Bunların esbab-ı mucibe ve delilleri de, Risale-i Nur'un dine taalluk eden bazı cümleleridir.
(A): Yirmiüç seneden beri menfâda ihtilâttan men' ve mahrum tek bir adam, ne suretle cem'iyet kurabilir?
(B): O yetmişbeşlik adamın siyasi gaye peşinde gezmesine, hayvanlardan eserlerde şefkatle alakası kaydedilen "hubara kuşu" bile güler.
(C): İlâhi fikirlerin rejime aykırı gelebilmesi bahsine gelince; bunda her memlekette bilhassa yurdumuzdaki muhalif partiler -mütevâliyen-, rejimin ve halkın bünyesine uygun olmayan bazı kanunların da ta'dili için matbuatta bağırıyorlar. Hayat ve memattaki birçok dünya fatihlerinin leh ve aleyhinde kanaat yürütürler; eserler, yazılar yazıyorlar.
Cem'iyetleri, prensibleri sâde maddi menfaatler için tenkid ediyorlar.
Müekkilimin İlâhî kanaatleri, tenkidleri acaba ne şekilde rejime uygun olmalıdır? Hangi Müslüman ve din âlimi (bilfarz) : "Yirmi seneden beri dîni dünyadan ayıran idareciler, resmi ve hususi din tedrisine mâni oldular. Teşriî salâhiyet sâhibleri; şerâyi'i zehirle, irticâla tavsif ettiler." dese, acaba bunlar rejime aykırı bir hareket midir? Bu gibi hakikatlara temas eden hakiki yüksek bir din âlimini hakîr görmek, senelerle baskı altında suçlandırmak yerinde olmasa gerektir. Çünki:
Hâkir bir abd ile bir sadrâzam
Çoban ile bir şâhenşâh-ı muazzam
Müsâvidir nazargâh-ı Hüdâ'da
Adâlet-gâh Rabb-ı kibriyâ'da
Çok Yüksek Hakimlerimiz!
Napolyon'un dediği gibi: "Bana te'vili kabil olmayan bir cümle getiriniz. Sizi onun ile idam edeyim." Beşerin; hususuyla seciyeli, takvâlı ilim adamlarının ağzından çıkan hangi bir cümle var ki, tevillerle suç teşkil etmesin.
Ses Yok