Müdafalar | Müdafalar | 169
(1-190)
2-Meşrutiyete tesadüf eden Birinci Cihan Harbinde, esir hayatında.. düşmanın bir başkumandanı Nikolaviç kampta mükerrer kasdî hareketlerle yanından geçerken müekkilim kendisine kıyam etmiyor. Kumandan hakaret telâkki ediyorsa da, müekkilim:"Ben bir din âlimiyim. Dinim beni, dinsizlere kıyamdan men' etmiştir." cevabını verince; kumandan öfkeleniyor, divan-ı harbe sevk ediyor. İdam ile tehdit ediyor. Müekkilim, dinî kanâatını dünyaya feda etmeyeceğini, tarziye de vermeyeceğini ilhâm edince; o din, vatan, nâmus düşmanlarımız bile beşeri vicdan nâmına hayretle kendini afva mecbur ediyor.
3-Cumhuriyet devrimizin ibtidalarında Ankara'da bulunurken, Atatürk, müekkilimin heykel hakkındaki kanâatlarını soruyor? Müekkilim Said, O'na karşı şiddetli bir surette: 'Büyük Kur'an'ımızın bütün hücûmu, heykellerle putlaradır. Müslümanların heykelleri ise; hastahaneler, mektebler, yetimleri koruyacak yurtlar, mâbetler, doğru yollar gibi âbideler olmalıdır." cevabını vermiş. Hatta o sırada bütün meb'uslara hitaben neşrettiği bir yazısında:
"Ey Meb'uslar! Sizler pek büyük bir günün kurucularısınız. Hakikaten birer yüksek kumandan sıfatıyla mücâhedeye koyuldunuz. Düşmanları denizlere döktünüz. Hilal'i, sâlib'in tasallutundan kurtardınız. Ey Kumandanlar! Bundan sonra da öyle hareket ediniz ki, kıyamet gününde mahkeme-i kübrâda mes'ul olup bir neferden istimdad-ı nur etmeğe muztar kalmayınız." sözlerini esirgememiş. Bu serbest kanâatlarla, dinî vazifesini ifâdan dolayı muahezeye lâyık görülmemiştir.
O günden bugüne kadar aradan uzun zamanlar geçti. Yirmiüç seneden beri menfâ hayatı geçiren, vakit vakit hapse tıkılan, mukaddesata hürmet ile, hizmet ile mütehallik bir âlimin dinî eserlerinden vecihsiz bahanelerle suç mânası çıkarmak.. diğer mâsum ilim ve irfan tâlibi dindar müekkillerimi de lüzûmsuz tevehhümlerle incitmek, son sistem medenî, cumhurî bir devrede maddeten-manen mantıksızlıktır. Başta "Kaval Hanedanı" olmak üzere bütün İngilizlerin bilhassa, "Çörçil", "Ruzvelt", "Hitler"in bile anâneye, mukaddesata hürmetlerini gazetelerde okuyor ve anlıyor ve ağlıyoruz. "Prens Bismark"ın ve daha birçok Garp âlimlerinin de mukaddesata ne suretle baş eğdiklerini biliyoruz. Bu sefer de "Truman"ın medenî ve mukaddes tezahüratından ibret almamak mümkün değildir.
Siyaseten olsun, mukaddesata hürmeten olsun, hangi maksada dayanırsa dayansın Amerika Cumhurbaşkanı "Truman"ın hususi, mukaddes binek uçaklarıyla denizler aşan, geniş ufuklarda yüksele yüksele Yeşilköy'e konan Ortadoks ruhânî reisi, büyük küçük binlerle mensublarının candan tâzimleriyle karşılandı. Bütün İstanbul kiliselerinin çanları fezaları çınlattı. Adeta beşeriyeti inletti. Bu rûhânî Patrik, İstanbul'da tac giyme, tahta oturma merasimiyle başlar üzerinde tutuldu...
Maddiyat-mâneviyat âleminde derin ve tarihi intibahlara sahne olan bu vak'ayı elbette baştan nihayete kadar bir mu'cize kaynağı olan Büyük Kur'an'a en son İlâhî kanadına bağlı biz Müslümanlar pek tabîi bir tezâhürât-ı diniye telâkki ederiz. Ne çare ki: 1789 Fransız İhtilal-i Kebirinden sonra tereddî, almış yürümüş. Yüzelli sene sonra İkinci Cihan Harbinde çıkan "Petenler" tereddîye ağlamış, mukaddesata dönülmesi tedbirlerini ele almışlardı.
Maalesef vatanımızda hâlâ ihtilâl-ı kebirin çürük zihniyetleriyle yaşayan mukaddesat düşmanı gâfil insanlar eksik değildir. Büyük Allah ile yarış yapmak isteyen o gâfillere denilebilir ki: "Garbın en yüksek âlimleri: 'Dünyada itimada lâyık en medenî, en mukaddes din, her maddeyi mâna ile te'lif eden İslâm Dinidir.' itirafında bulundukları halde; pek çok Müslümanlar bu nimetin, bu devletin kadrini bilmiyorlar."
Bütün İslâm Âlemine Yahudilerin soktuğu masonluk akîdelerine, tekyelerine bağlanan bazı saf ferdler, bazı cem'iyetler hükûmetin ne suretle dini dünyadan ayırmış oldukları hakkındaki prensiblerine karşı da, kasdî tegâfulerle hakiki mukaddes dinimizi, din âlimlerimizi içten ve dıştan vurmağa, öldürmeğe çalışıyorlar. Maddeyi mâna ile te'liften kaçan insanların, en ziyade Yahudilerin hâli acâibtir, bilemedikleri şeylere inadına düşmanlık gösterirler.
İslam dini, İslam âlimleri her cephede maddi-mânevi terakkiler, teâliler emrederken.. hangi te'sirlerle yalnız maddi menfaat peşinde koşanların, cehil ve siyaset sebebleriyle dinimizi, yüksek âlimlerimizi terakkiye mâni telakki etmeleri gülünç değil mi? Neden Ortodokslar kadar olsun, bizler de hilesiz dinimize, hakiki din büyüklerimize hürmet etmeyelim de, hürmet edenleri soğutmaya, tazyike, tezyife çalışalım?
Şek yoktur ki: Dünya ve âhiretin en mukaddes nizam ve felah düsturu olan büyük Kur'an, beşerin ahlâkını, din ve îmanını tevhid ve tekemmül kaideleri üzerinden kemâle kavuşturmak için en son büyük Peygamberimize (A.S.M.) nâzil olmuştur. Yukarıda temas ettiğim hidayete mazhar birçok Garp âlimleri de bu hakikata inanmışlardır.
Biz Müslümanlar: Dinimize, mukaddesatımıza, hakiki din âlimlerimize elbette hürmet ve kal'ayı en ziyade içinden yıkmak isteyen şahsî menfaat ve siyaset düşkünlerine dinen nefret ederiz. Evet bütün Müslümanlar, hariçten memlekete gelecek herhangi bir tecavüz karşısında çelikten kal'adır. O kal'ayı münhasıran maddi ve şahsî menfaat için yıkmağa çalışan fertlere, cemiyetlere karşı da, müekkilim gibi ihtiyar ve genç din âlimleri.. balta, kazma, top, tüfenk ile değil, medenî- insanî hür fikirlerle müdafaaya Allah rızası için mecburdurlar. Çünki İlâhi ve içtimâi sahalarda, hepimiz çobanız... hepimiz sürümüzden mes'ulüz. Dünya ise âhiretin ekin tarlasıdır. Bu hakikatlara göre dini dünyadan ayırmak bile güçtür. Madem ki ayırmışsınız, bâri içimizdeki ekalliyetler derecesinde olsun hakiki din âlimlerimiz serbest fikirlerinden dolayı ezilip üzülmemelidir.
Beşerî kanâatlara müntehî tazyiklere karşı -size bile- müekkillerim gibi Büyük Allah'ın siyânetine dayanarak memleketimizde de inleyen feraset, diyanet sahibi müttakiler acaba ne istiyorlar? Şüphe edilmez ki: Şaibesiz mukaddesatlarını korumak, bi-hakkın hâkim ve efendi bir hak sahibi olduklarını anlamak istiyorlar.
3-Cumhuriyet devrimizin ibtidalarında Ankara'da bulunurken, Atatürk, müekkilimin heykel hakkındaki kanâatlarını soruyor? Müekkilim Said, O'na karşı şiddetli bir surette: 'Büyük Kur'an'ımızın bütün hücûmu, heykellerle putlaradır. Müslümanların heykelleri ise; hastahaneler, mektebler, yetimleri koruyacak yurtlar, mâbetler, doğru yollar gibi âbideler olmalıdır." cevabını vermiş. Hatta o sırada bütün meb'uslara hitaben neşrettiği bir yazısında:
"Ey Meb'uslar! Sizler pek büyük bir günün kurucularısınız. Hakikaten birer yüksek kumandan sıfatıyla mücâhedeye koyuldunuz. Düşmanları denizlere döktünüz. Hilal'i, sâlib'in tasallutundan kurtardınız. Ey Kumandanlar! Bundan sonra da öyle hareket ediniz ki, kıyamet gününde mahkeme-i kübrâda mes'ul olup bir neferden istimdad-ı nur etmeğe muztar kalmayınız." sözlerini esirgememiş. Bu serbest kanâatlarla, dinî vazifesini ifâdan dolayı muahezeye lâyık görülmemiştir.
O günden bugüne kadar aradan uzun zamanlar geçti. Yirmiüç seneden beri menfâ hayatı geçiren, vakit vakit hapse tıkılan, mukaddesata hürmet ile, hizmet ile mütehallik bir âlimin dinî eserlerinden vecihsiz bahanelerle suç mânası çıkarmak.. diğer mâsum ilim ve irfan tâlibi dindar müekkillerimi de lüzûmsuz tevehhümlerle incitmek, son sistem medenî, cumhurî bir devrede maddeten-manen mantıksızlıktır. Başta "Kaval Hanedanı" olmak üzere bütün İngilizlerin bilhassa, "Çörçil", "Ruzvelt", "Hitler"in bile anâneye, mukaddesata hürmetlerini gazetelerde okuyor ve anlıyor ve ağlıyoruz. "Prens Bismark"ın ve daha birçok Garp âlimlerinin de mukaddesata ne suretle baş eğdiklerini biliyoruz. Bu sefer de "Truman"ın medenî ve mukaddes tezahüratından ibret almamak mümkün değildir.
Siyaseten olsun, mukaddesata hürmeten olsun, hangi maksada dayanırsa dayansın Amerika Cumhurbaşkanı "Truman"ın hususi, mukaddes binek uçaklarıyla denizler aşan, geniş ufuklarda yüksele yüksele Yeşilköy'e konan Ortadoks ruhânî reisi, büyük küçük binlerle mensublarının candan tâzimleriyle karşılandı. Bütün İstanbul kiliselerinin çanları fezaları çınlattı. Adeta beşeriyeti inletti. Bu rûhânî Patrik, İstanbul'da tac giyme, tahta oturma merasimiyle başlar üzerinde tutuldu...
Maddiyat-mâneviyat âleminde derin ve tarihi intibahlara sahne olan bu vak'ayı elbette baştan nihayete kadar bir mu'cize kaynağı olan Büyük Kur'an'a en son İlâhî kanadına bağlı biz Müslümanlar pek tabîi bir tezâhürât-ı diniye telâkki ederiz. Ne çare ki: 1789 Fransız İhtilal-i Kebirinden sonra tereddî, almış yürümüş. Yüzelli sene sonra İkinci Cihan Harbinde çıkan "Petenler" tereddîye ağlamış, mukaddesata dönülmesi tedbirlerini ele almışlardı.
Maalesef vatanımızda hâlâ ihtilâl-ı kebirin çürük zihniyetleriyle yaşayan mukaddesat düşmanı gâfil insanlar eksik değildir. Büyük Allah ile yarış yapmak isteyen o gâfillere denilebilir ki: "Garbın en yüksek âlimleri: 'Dünyada itimada lâyık en medenî, en mukaddes din, her maddeyi mâna ile te'lif eden İslâm Dinidir.' itirafında bulundukları halde; pek çok Müslümanlar bu nimetin, bu devletin kadrini bilmiyorlar."
Bütün İslâm Âlemine Yahudilerin soktuğu masonluk akîdelerine, tekyelerine bağlanan bazı saf ferdler, bazı cem'iyetler hükûmetin ne suretle dini dünyadan ayırmış oldukları hakkındaki prensiblerine karşı da, kasdî tegâfulerle hakiki mukaddes dinimizi, din âlimlerimizi içten ve dıştan vurmağa, öldürmeğe çalışıyorlar. Maddeyi mâna ile te'liften kaçan insanların, en ziyade Yahudilerin hâli acâibtir, bilemedikleri şeylere inadına düşmanlık gösterirler.
İslam dini, İslam âlimleri her cephede maddi-mânevi terakkiler, teâliler emrederken.. hangi te'sirlerle yalnız maddi menfaat peşinde koşanların, cehil ve siyaset sebebleriyle dinimizi, yüksek âlimlerimizi terakkiye mâni telakki etmeleri gülünç değil mi? Neden Ortodokslar kadar olsun, bizler de hilesiz dinimize, hakiki din büyüklerimize hürmet etmeyelim de, hürmet edenleri soğutmaya, tazyike, tezyife çalışalım?
Şek yoktur ki: Dünya ve âhiretin en mukaddes nizam ve felah düsturu olan büyük Kur'an, beşerin ahlâkını, din ve îmanını tevhid ve tekemmül kaideleri üzerinden kemâle kavuşturmak için en son büyük Peygamberimize (A.S.M.) nâzil olmuştur. Yukarıda temas ettiğim hidayete mazhar birçok Garp âlimleri de bu hakikata inanmışlardır.
Biz Müslümanlar: Dinimize, mukaddesatımıza, hakiki din âlimlerimize elbette hürmet ve kal'ayı en ziyade içinden yıkmak isteyen şahsî menfaat ve siyaset düşkünlerine dinen nefret ederiz. Evet bütün Müslümanlar, hariçten memlekete gelecek herhangi bir tecavüz karşısında çelikten kal'adır. O kal'ayı münhasıran maddi ve şahsî menfaat için yıkmağa çalışan fertlere, cemiyetlere karşı da, müekkilim gibi ihtiyar ve genç din âlimleri.. balta, kazma, top, tüfenk ile değil, medenî- insanî hür fikirlerle müdafaaya Allah rızası için mecburdurlar. Çünki İlâhi ve içtimâi sahalarda, hepimiz çobanız... hepimiz sürümüzden mes'ulüz. Dünya ise âhiretin ekin tarlasıdır. Bu hakikatlara göre dini dünyadan ayırmak bile güçtür. Madem ki ayırmışsınız, bâri içimizdeki ekalliyetler derecesinde olsun hakiki din âlimlerimiz serbest fikirlerinden dolayı ezilip üzülmemelidir.
Beşerî kanâatlara müntehî tazyiklere karşı -size bile- müekkillerim gibi Büyük Allah'ın siyânetine dayanarak memleketimizde de inleyen feraset, diyanet sahibi müttakiler acaba ne istiyorlar? Şüphe edilmez ki: Şaibesiz mukaddesatlarını korumak, bi-hakkın hâkim ve efendi bir hak sahibi olduklarını anlamak istiyorlar.
Ses Yok