Müdafalar | Müdafalar | 166
(1-190)
Bütün bu sebeplerle gerek Said Nursî'nin ve gerekse diğer sanıkların beraatlerine karar verilmesinin bilvekâle arz ve istirham eylerim.
On Suçlu Vekili
Avukat
Ahmed Hikmet Gönen (Ankara'da Avukat Hulûsi Bitlisî Aktürk'ün Temyiz'deki Duruşmada Yaptığı Müdafaanamesidir.)
11/5/949
Büyük Allah'ın Adıyla!
Yargıtay Birinci Ceza Dairesine son müdafaa duruşma notları:
Müekkellerim altıdır. Bunlardan Nazif Çelebi ve oğlu Selâhaddin Çelebi temyiz talebinde bulunmuşlar, duruşma istememişlerdir. Geri kalan, Said Nursî, Ceylan Çalışkan, Ahmed Feyzi Kul, Ziver Gündüzalp duruşma istemişlerdir. Bu sebeple duruşmaları kabul buyurulan dört müekkilimi de içine alan Afyon avukatlarından arkadaşım Bay Ahmed Hikmet'in bütün inceliklerle bozma sebeblerini açıklayan dosya arasındaki 14/12/948 tarihli vâzıh temyiz lâyihalarını tekrar ile teşrihlerine iştirakten sonra arz etmek isterim ki:
Atatürk daha hayatta iken; müekkillerimden Said Nursî, milli inkılâbı kötülemek bahsinde, Risale-i Nur eserlerindeki yazılarından dolayı Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesince birkaç ilim şakirdleriyle beraber 935 senesinde bir sene ağır hapse mahkum edilmiş. Âhiren, aynı eserler, aynı mektublardan dolayı 943 senesinde Denizli Ağır Cezasında Yüksek Temyiz'in tasdikiyle müeyyed beraet kararı almış oldukları halde; bu sefer de aynı eserler bir küll halinde, Denizli Mahkemesince salâhiyetli ilim mütehassıslarına, bilirkişilere Ankara'da tedkik ettirilmiş. Verdikleri rapora göre: Mevzu ve gaye itibariyla dîne, akâide taalluk eden bu eserlerin bazı menfi faraziyelerinin bile suç teşkil edemediği tesbit edilerek beraetlerini intac ettiği yüksek tasdiklerinize iktiran ettiği halde... Afyon Mahkemesi; Denizli Mahkemesinin dayandığı vesâike, rapora müstenid ve Temyizen musaddak hükmünü beğenmemezlikten gelerek, tekrar-ı sevk ve muhakeme mahiyetinde kalan bir hadiseye, bir hükme, bilirkişiler raporundaki suç teşkiline gayr-ı kâfi faraziyeleri, noktaları yeni baştan indî ve acîb mecralara intikal ettirerek, teşdîden ağır cezaya hükmetmiş olması.. kanun, usûl, adalet ve vicdan bakımından da çok acıdır.
Malumdur ki: Hür fikirler ve kanâatlarla mütehallik halkımız; din, ilim, ahlâk namına yazılan hangi bir eseri, bir mecmuayı, bir gazeteyi okumadan, yazmadan, münakaşadan, tenkidden, istifazadan memnu' ve mes'ul tutulamaz.
Çünki, Peygamberimiz buyuruyorlar ki: "İlim, hikmet mü'minlerin kaybettiği bir metâdır. Nerede bulursanız alınız." Aynı zamanda: "Beşikten mezara kadar ilim peşinde koşunuz. İlim Çin'de olsa bile gidip alınız."
Herhalde başsavcılık makamının tebliğnâmelerinde, suçlulardan Mehmed Feyzi Pamukçu, Rıf'at Filizer, müekkillerimden Ziver haklarında kesin bütün delillerinin gösterilmediğine kanaat ve temas buyrulmuş olmasına.. ve aynı kanâatın diğer müekkillerim haklarında da tecziyesi kabil görülmemesine nazaran, ortada tatbik edilen kanun maddeleriyle mütenasib hatta evâmir-i nizamata muhalif bir suç unsuru vasfı eseri de mevcud bulunmadığı halde, şiddetli ağır cezalarla hüküm yoluna gidilmesi hakikaten çok acıdır.
Bu sebeple pek masum olan diğer müekkillerim üzerinde fazla durmayacağım. Çünki, başta gelen müekkilim Said Nursî hakkındaki teşrihatım onları da içine alacaktır. Hakikat-ı halde, müekkillerimden Said Nursî, mahkumiyete lâyık bir şâki değil; İslâm âleminde büyük Allah'ın Kur'an'ına, Peygamberin (A.S.M.) sünnetine, ümmetinin icmaına, fukahânın kıyasına kemâliyle intibak etmiş; takvâlı, karakterli, şâibesiz bir din âlimi, yetmişbeş yaşlarında bir Bediüzzaman'dır. Ve insanlar için şifâlı, faideli bir balarısıdır denilebilir.
Vaktiyle İslâm Dârü'l-Hikmeti'nde âzalığı da sebkat eden bu din ve dünyâ âliminin, İlâhî, mantıkî temsillerle müdafaa haklarına müntehi teşrihatımda bir kusur görülürse, en evvel bîtaraf adâletiniz muvacehesinde af dilerim.
Zira hilafet, meşrutiyet, cumhuriyet gibi üç-dört devrin müdriklerindenim. Aynı zamanda din ve dünya bahislerinde, hâdisâtın esrarengiz pek çok garibelerine ibretle şâhid olmuş otuz senelik bir hâkim, altmışaltı yaşında bir feragat sahibi, bir şark evlâdı bulunduğum için; yakından tanıdığım, son derece takvâlı, şâibesiz bir Said'in teklif olunan vekâletini kabulde asla tereddüt etmedim. Çünki, her maddeyi mânâ ile te'life, bütün beşeriyetin ahlâkını, din ile dünyasını tasfiyeye esasa teşkil eden, lütuf ve kahri mutlak bulunan Büyük Allah'ın şeksiz Kur'an'ına, en son Peygamberine imânım tamdır. Bu imân ve kanaatla; kısmen hakka, kısmen de batıla mümayil.. müsbet ve menfi görüşlü insanlardan, bilhassa habbeden kubbe yapılmış, dedikodularla ağırlaşmış dosyadan dar bir zamanda aldığım ilhâmâta göre:
Müekkilim, yirmiüç senelik menfâ ve inzivâ hayatında hem kendi nefsini, hem de din kardaşlarının ahlâkını kısmen ıslah için, kırk seneden beri hüsn-ü niyetle seri halinde Risale-i Nur adlı bir eser yazmıştır ki; her ilmin, her eserin fevkinde bir ilim, bir eserdir.
Aynı zamanda dînî eserleri yazanlar, okuyanlar da serbesttir. Bu sebeble müekkilimin bazı ilim şakirdleri de o eserlerden dînen faidelenmek serbestisini göstermişlerdir. Meselâ : İktidar partisine hücûm eden muhalif partilerin yazılarını, eserlerini okumadan, münakaşadan memnu' ve mes'ul olmayan herkes gibi, müekkilimin eserinden dindar münevverler sırasında diğer müekkillerim de örnek almışlardır. Bunlar suç mu?
On Suçlu Vekili
Avukat
Ahmed Hikmet Gönen (Ankara'da Avukat Hulûsi Bitlisî Aktürk'ün Temyiz'deki Duruşmada Yaptığı Müdafaanamesidir.)
11/5/949
Büyük Allah'ın Adıyla!
Yargıtay Birinci Ceza Dairesine son müdafaa duruşma notları:
Müekkellerim altıdır. Bunlardan Nazif Çelebi ve oğlu Selâhaddin Çelebi temyiz talebinde bulunmuşlar, duruşma istememişlerdir. Geri kalan, Said Nursî, Ceylan Çalışkan, Ahmed Feyzi Kul, Ziver Gündüzalp duruşma istemişlerdir. Bu sebeple duruşmaları kabul buyurulan dört müekkilimi de içine alan Afyon avukatlarından arkadaşım Bay Ahmed Hikmet'in bütün inceliklerle bozma sebeblerini açıklayan dosya arasındaki 14/12/948 tarihli vâzıh temyiz lâyihalarını tekrar ile teşrihlerine iştirakten sonra arz etmek isterim ki:
Atatürk daha hayatta iken; müekkillerimden Said Nursî, milli inkılâbı kötülemek bahsinde, Risale-i Nur eserlerindeki yazılarından dolayı Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesince birkaç ilim şakirdleriyle beraber 935 senesinde bir sene ağır hapse mahkum edilmiş. Âhiren, aynı eserler, aynı mektublardan dolayı 943 senesinde Denizli Ağır Cezasında Yüksek Temyiz'in tasdikiyle müeyyed beraet kararı almış oldukları halde; bu sefer de aynı eserler bir küll halinde, Denizli Mahkemesince salâhiyetli ilim mütehassıslarına, bilirkişilere Ankara'da tedkik ettirilmiş. Verdikleri rapora göre: Mevzu ve gaye itibariyla dîne, akâide taalluk eden bu eserlerin bazı menfi faraziyelerinin bile suç teşkil edemediği tesbit edilerek beraetlerini intac ettiği yüksek tasdiklerinize iktiran ettiği halde... Afyon Mahkemesi; Denizli Mahkemesinin dayandığı vesâike, rapora müstenid ve Temyizen musaddak hükmünü beğenmemezlikten gelerek, tekrar-ı sevk ve muhakeme mahiyetinde kalan bir hadiseye, bir hükme, bilirkişiler raporundaki suç teşkiline gayr-ı kâfi faraziyeleri, noktaları yeni baştan indî ve acîb mecralara intikal ettirerek, teşdîden ağır cezaya hükmetmiş olması.. kanun, usûl, adalet ve vicdan bakımından da çok acıdır.
Malumdur ki: Hür fikirler ve kanâatlarla mütehallik halkımız; din, ilim, ahlâk namına yazılan hangi bir eseri, bir mecmuayı, bir gazeteyi okumadan, yazmadan, münakaşadan, tenkidden, istifazadan memnu' ve mes'ul tutulamaz.
Çünki, Peygamberimiz buyuruyorlar ki: "İlim, hikmet mü'minlerin kaybettiği bir metâdır. Nerede bulursanız alınız." Aynı zamanda: "Beşikten mezara kadar ilim peşinde koşunuz. İlim Çin'de olsa bile gidip alınız."
Herhalde başsavcılık makamının tebliğnâmelerinde, suçlulardan Mehmed Feyzi Pamukçu, Rıf'at Filizer, müekkillerimden Ziver haklarında kesin bütün delillerinin gösterilmediğine kanaat ve temas buyrulmuş olmasına.. ve aynı kanâatın diğer müekkillerim haklarında da tecziyesi kabil görülmemesine nazaran, ortada tatbik edilen kanun maddeleriyle mütenasib hatta evâmir-i nizamata muhalif bir suç unsuru vasfı eseri de mevcud bulunmadığı halde, şiddetli ağır cezalarla hüküm yoluna gidilmesi hakikaten çok acıdır.
Bu sebeple pek masum olan diğer müekkillerim üzerinde fazla durmayacağım. Çünki, başta gelen müekkilim Said Nursî hakkındaki teşrihatım onları da içine alacaktır. Hakikat-ı halde, müekkillerimden Said Nursî, mahkumiyete lâyık bir şâki değil; İslâm âleminde büyük Allah'ın Kur'an'ına, Peygamberin (A.S.M.) sünnetine, ümmetinin icmaına, fukahânın kıyasına kemâliyle intibak etmiş; takvâlı, karakterli, şâibesiz bir din âlimi, yetmişbeş yaşlarında bir Bediüzzaman'dır. Ve insanlar için şifâlı, faideli bir balarısıdır denilebilir.
Vaktiyle İslâm Dârü'l-Hikmeti'nde âzalığı da sebkat eden bu din ve dünyâ âliminin, İlâhî, mantıkî temsillerle müdafaa haklarına müntehi teşrihatımda bir kusur görülürse, en evvel bîtaraf adâletiniz muvacehesinde af dilerim.
Zira hilafet, meşrutiyet, cumhuriyet gibi üç-dört devrin müdriklerindenim. Aynı zamanda din ve dünya bahislerinde, hâdisâtın esrarengiz pek çok garibelerine ibretle şâhid olmuş otuz senelik bir hâkim, altmışaltı yaşında bir feragat sahibi, bir şark evlâdı bulunduğum için; yakından tanıdığım, son derece takvâlı, şâibesiz bir Said'in teklif olunan vekâletini kabulde asla tereddüt etmedim. Çünki, her maddeyi mânâ ile te'life, bütün beşeriyetin ahlâkını, din ile dünyasını tasfiyeye esasa teşkil eden, lütuf ve kahri mutlak bulunan Büyük Allah'ın şeksiz Kur'an'ına, en son Peygamberine imânım tamdır. Bu imân ve kanaatla; kısmen hakka, kısmen de batıla mümayil.. müsbet ve menfi görüşlü insanlardan, bilhassa habbeden kubbe yapılmış, dedikodularla ağırlaşmış dosyadan dar bir zamanda aldığım ilhâmâta göre:
Müekkilim, yirmiüç senelik menfâ ve inzivâ hayatında hem kendi nefsini, hem de din kardaşlarının ahlâkını kısmen ıslah için, kırk seneden beri hüsn-ü niyetle seri halinde Risale-i Nur adlı bir eser yazmıştır ki; her ilmin, her eserin fevkinde bir ilim, bir eserdir.
Aynı zamanda dînî eserleri yazanlar, okuyanlar da serbesttir. Bu sebeble müekkilimin bazı ilim şakirdleri de o eserlerden dînen faidelenmek serbestisini göstermişlerdir. Meselâ : İktidar partisine hücûm eden muhalif partilerin yazılarını, eserlerini okumadan, münakaşadan memnu' ve mes'ul olmayan herkes gibi, müekkilimin eserinden dindar münevverler sırasında diğer müekkillerim de örnek almışlardır. Bunlar suç mu?
Ses Yok