Müdafalar | Müdafalar | 165
(1-190)
Gençlik Rehberi adlı eserindeki "Cazibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhavere; Eskişehir hapishanesinin penceresinden gördüklerim; kadınların açık bacak gezmelerinin mahzurları; birkaç biçare gence verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtar; leyle-i Kadir'de ihtar edilen bir mes'ele-i mühimme; Yedinci Rica başlıklı İhtiyarlar Lem'asından bahisleriyle.." Siracü'n-Nur adlı eserindeki:
"Hastaların maneviyatının takviyesi için yazılmış bir takım tavsiyeler; çocuk taziyesi hakkında ana ve babalara sabır ve tahammül tavsiyeleri; anaya ve babaya karşı hürmet hakkındaki bir ayetin tefsiri münasebetiyle bazı vesâyâ ve Nur Şakirdlerinin dünya cereyanlarından ve siyasetten memnu' olduklarını; kendisine ve Risale-i Nur'a ilişenlerin bu hakikatları bilmedikleri hakkındaki bahisleri ihtiva etmektedir.
Görülüyor ki: Bu eserlerin ekserî bahisleri, cem'iyetin muhtelif noktalarda bazen hatalarının görülmüş olması ve bazen de ihtiyaçlarını duyması bakımlarından vaaz ve nasihatlardan ibarettir.
Eserlerin bu mahiyette olduğu; Denizli Mahkemesi tarafından görülen lüzum üzerine bu kitabların, risale ve mektubların, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi azasından Nâib Emin Büke'nin riyasetiyle tayin olunan ehl-i vukuf profesör ve mütehassıslardan müteşekkil ehl-i vukuf hey'etinin, bu eserleri tedkik neticesi tanzim olunan 7/4/944 tarihli raporlarına göre bu eserin mahiyeti şöyle tarif ve tavsif olunmaktadır: Birinci Nev Risaleler:
Bir âyetin ve bir hadis-i şerifin tefsiri maksadıyla yazılmış olan; din, iman, Allah, Peygamber, Kur'an ve âhiret akidelerinin ve ibarelerinin açıkça anlatılması için temsillerle ve misallerle yazılmış, ilmî görüşleri ve ihtiyarlara, gençlere hitâb eden ahlâkî öğütler ve kısmen hayat tecrübelerinden alınmış ibretli vakıalar ve esnafa ait faideli menkıbeleri ihtiva eden ve mevcudun yüzde doksanını teşkil eden risalelerdir ki;bazen ilmî vakardan ayrılışlar ve bazen de kendisini Risale-i Nur hesabına medheden haller bulunmakla beraber, bütün bu nev'i risalelerde müellif, hem samimi ve hasbî ve hem de ilmî ve dinî esaslardan ayrılmamış." denilmektedir. Görülüyor ki: Suç mevzuu olduğu iddia edilen yazıların muhtevi bulunduğu risale muhteviyatının yüzde doksanı ilmî olan, dinî, içtimaî, ve ahlâkî mevzuları havi olduğu, böylece salâhiyettar hey'et raporuyla sâbit bulunmaktadır. Aynı ehl-i vukuf raporu, bundan sonra diğer risale ve yazıları da ayrı ayrı tahlil ettikten sonra netice kısmında aynen: "Hey'etimiz şu neticeye varmıştır ki:
"Said Nursî, normal hayatında kanâatlerinde samimi ve kalbi, dinî hissiyatla meşbu' olmakla beraber, bazen kendisinin cezbeye ve şuur hezeyanına tutulduğu anlaşılıyor. Yazdığı kitab ve mektubların incelenmesinden anlaşıldığına göre: Bu adamın yazılarında, halkı, dinî mukaddesatı alet ederek devletin emniyetini ihlâle teşvik etmek veya bir cem'iyet kurmak kastında olduğunu gösterir bir sarahat ve emâre olmayıp, kendisini yegâne âlim mâhiyetinde göstermeğe meraklı bir tavır takındığı görülmektedir." diye yazılı bulunmaktadır.
Ehl-i vukufun şu izahatı dahi gösteriyor ki: Said Nursî, bu yazılarını dini bir vecd içerisinde şahsî fikir ve his ile yazmış. Ve samimi bir görüşün mahsülleri bulunduğu sâbit olmakta ve iddia edilen "dini hissiyatı âlet ederek, halkı hükûmet aleyhine teşvik ve bu hususta cem'iyet kurmak" gibi fikirleri ve hareketleri mevcud değildir. İddia makamı; "Her âlim ve müellif sevilir ve sayılır, hürmet edilir fakat ona intisab derecesinde bağlanılmaz." demektedir. Fakat bu birkaç kişinin Said Nursî'ye karşı bu derece inanmaları ve bağlanmaları, O'nun için suç teşkil edemez. Zamanımızda bundan çok fazla inanışlar Atatürk'e dahi gösterenler olmuştur. O zamanlar, o şahıslar herhalde tenkide değil, belki takdire mazhar olmuşlardır. Şimdi ise, Said Nursî'ye karşı vaki bu birkaç makam tevcihinin, gerek tevcih eden ve gerekse tevcih edilen için suç olduğu yolundaki iddiada dahi isâbet görülemez. Zamanımızda gayet yüksek bir din âlimi olduğunu kabûl ve tasdik ettiğim Bediüzzaman'ı, iddia makamı, yüzbin baltalı ordusu bulunan meşhur Kefersuti'ye ve Râfizilerden Hasan Sabbah'a benzetmek suretiyle çok mübalağa etmiştir. Halbuki iddia makamınca bahsedilen bu gibi işler ve hatta iddia edilen suç mevzuları tamamıyla ve ancak ihtiras sahiblerine yakışır işlerdir. Said Nursî'nin ise, siyasetle asla alâkası bulunmadığı ve böyle bir ihtiras olduğunu gösterir bir emare de mevcud bulunmayıp bilakis ne siyaset ve ne de idare ve hükûmet işleriyle alâkası ve münasebeti bulunmadığı yolunda birçok deliller mevcud bulunmaktadır.
Şöyle ki: 1: Said Nursî, şahsî müdafaanâmesinde: "Biz Risale-i Nur'u değil dünya cereyanlarına, belki kâinata da âlet edemeyiz. Risale-i Nur'un esas mesleği olan şefkat, hak ve hakikat ve vicdan bizleri şiddetli siyasetten ve idareye ilişmekten men' etmiştir." diye yazıları ve aynı zamanda, "şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım" manasına gelen
ta'birini düstûr kabul eden bir şahsın, siyasetle ve idarenin aleyhinde uğraşması nasıl zan ile kabul olunablir?
2: Denizli Mahkemesine aid ehl-i vukuf raporunun müsbet yazıları kısmının ikinci sırasında aynen şöyle yazılmaktadır. "Said Nursî'nin en mühim kitabı olan Hüccetullahü'l-Baliğa adlı kitabının (sıra dört aded bir) münacat kısmında: Bu dünya fânidir. Asıl dâva ise, bâki olan âlemi kazanmaktadır. İnsanın itikadı sağlam olmazsa dâvayı kaybeder. Hakiki dava budur. Bunun haricindeki davalara karışmak zararlıdır. Siyasetle meşgul olan, ehemmiyetli hizmetlerinden geri kalır. Hem de siyaset boğuşmalarına kapılanlar selâmet-i kalbini kaybeder." diye Said Nursî'nin yazıları bulunduğuna işaret edilmiştir. Ve binnetice; ne siyasetle ne cem'iyet kurmakla ve ne de halkı hükûmet aleyhine teşvik ile alakası bulunmadığı neticesine varılmıştır."
Şimdi Said Nursî'nin bu ehl-i vukuf tarafından mâhiyeti tesbit edilen bu kitabındaki bu yazısı, bilakis kendisinin siyaset ve hükûmet işlerine karışmamağı düstur ittihaz ettiğine delil olmakla beraber, aynı zamanda suç vasfı verilen iddialar, bilakis halka, siyasi oyunlara ve teşebbüslere girilmemesini ve bu gibi işlerin zararlı bulunduğunu izah etmesi bakımından, milletin binnetice kendi işlerinden başkalarına karışmaması yolunda vaaz ve nasihatlarını görmüş oluyoruz. Yalnız bu yazısı dahi Said Nursî'nin suçsuzluğuna yetebilir mahiyettedir.
"Hastaların maneviyatının takviyesi için yazılmış bir takım tavsiyeler; çocuk taziyesi hakkında ana ve babalara sabır ve tahammül tavsiyeleri; anaya ve babaya karşı hürmet hakkındaki bir ayetin tefsiri münasebetiyle bazı vesâyâ ve Nur Şakirdlerinin dünya cereyanlarından ve siyasetten memnu' olduklarını; kendisine ve Risale-i Nur'a ilişenlerin bu hakikatları bilmedikleri hakkındaki bahisleri ihtiva etmektedir.
Görülüyor ki: Bu eserlerin ekserî bahisleri, cem'iyetin muhtelif noktalarda bazen hatalarının görülmüş olması ve bazen de ihtiyaçlarını duyması bakımlarından vaaz ve nasihatlardan ibarettir.
Eserlerin bu mahiyette olduğu; Denizli Mahkemesi tarafından görülen lüzum üzerine bu kitabların, risale ve mektubların, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi azasından Nâib Emin Büke'nin riyasetiyle tayin olunan ehl-i vukuf profesör ve mütehassıslardan müteşekkil ehl-i vukuf hey'etinin, bu eserleri tedkik neticesi tanzim olunan 7/4/944 tarihli raporlarına göre bu eserin mahiyeti şöyle tarif ve tavsif olunmaktadır: Birinci Nev Risaleler:
Bir âyetin ve bir hadis-i şerifin tefsiri maksadıyla yazılmış olan; din, iman, Allah, Peygamber, Kur'an ve âhiret akidelerinin ve ibarelerinin açıkça anlatılması için temsillerle ve misallerle yazılmış, ilmî görüşleri ve ihtiyarlara, gençlere hitâb eden ahlâkî öğütler ve kısmen hayat tecrübelerinden alınmış ibretli vakıalar ve esnafa ait faideli menkıbeleri ihtiva eden ve mevcudun yüzde doksanını teşkil eden risalelerdir ki;bazen ilmî vakardan ayrılışlar ve bazen de kendisini Risale-i Nur hesabına medheden haller bulunmakla beraber, bütün bu nev'i risalelerde müellif, hem samimi ve hasbî ve hem de ilmî ve dinî esaslardan ayrılmamış." denilmektedir. Görülüyor ki: Suç mevzuu olduğu iddia edilen yazıların muhtevi bulunduğu risale muhteviyatının yüzde doksanı ilmî olan, dinî, içtimaî, ve ahlâkî mevzuları havi olduğu, böylece salâhiyettar hey'et raporuyla sâbit bulunmaktadır. Aynı ehl-i vukuf raporu, bundan sonra diğer risale ve yazıları da ayrı ayrı tahlil ettikten sonra netice kısmında aynen: "Hey'etimiz şu neticeye varmıştır ki:
"Said Nursî, normal hayatında kanâatlerinde samimi ve kalbi, dinî hissiyatla meşbu' olmakla beraber, bazen kendisinin cezbeye ve şuur hezeyanına tutulduğu anlaşılıyor. Yazdığı kitab ve mektubların incelenmesinden anlaşıldığına göre: Bu adamın yazılarında, halkı, dinî mukaddesatı alet ederek devletin emniyetini ihlâle teşvik etmek veya bir cem'iyet kurmak kastında olduğunu gösterir bir sarahat ve emâre olmayıp, kendisini yegâne âlim mâhiyetinde göstermeğe meraklı bir tavır takındığı görülmektedir." diye yazılı bulunmaktadır.
Ehl-i vukufun şu izahatı dahi gösteriyor ki: Said Nursî, bu yazılarını dini bir vecd içerisinde şahsî fikir ve his ile yazmış. Ve samimi bir görüşün mahsülleri bulunduğu sâbit olmakta ve iddia edilen "dini hissiyatı âlet ederek, halkı hükûmet aleyhine teşvik ve bu hususta cem'iyet kurmak" gibi fikirleri ve hareketleri mevcud değildir. İddia makamı; "Her âlim ve müellif sevilir ve sayılır, hürmet edilir fakat ona intisab derecesinde bağlanılmaz." demektedir. Fakat bu birkaç kişinin Said Nursî'ye karşı bu derece inanmaları ve bağlanmaları, O'nun için suç teşkil edemez. Zamanımızda bundan çok fazla inanışlar Atatürk'e dahi gösterenler olmuştur. O zamanlar, o şahıslar herhalde tenkide değil, belki takdire mazhar olmuşlardır. Şimdi ise, Said Nursî'ye karşı vaki bu birkaç makam tevcihinin, gerek tevcih eden ve gerekse tevcih edilen için suç olduğu yolundaki iddiada dahi isâbet görülemez. Zamanımızda gayet yüksek bir din âlimi olduğunu kabûl ve tasdik ettiğim Bediüzzaman'ı, iddia makamı, yüzbin baltalı ordusu bulunan meşhur Kefersuti'ye ve Râfizilerden Hasan Sabbah'a benzetmek suretiyle çok mübalağa etmiştir. Halbuki iddia makamınca bahsedilen bu gibi işler ve hatta iddia edilen suç mevzuları tamamıyla ve ancak ihtiras sahiblerine yakışır işlerdir. Said Nursî'nin ise, siyasetle asla alâkası bulunmadığı ve böyle bir ihtiras olduğunu gösterir bir emare de mevcud bulunmayıp bilakis ne siyaset ve ne de idare ve hükûmet işleriyle alâkası ve münasebeti bulunmadığı yolunda birçok deliller mevcud bulunmaktadır.
Şöyle ki: 1: Said Nursî, şahsî müdafaanâmesinde: "Biz Risale-i Nur'u değil dünya cereyanlarına, belki kâinata da âlet edemeyiz. Risale-i Nur'un esas mesleği olan şefkat, hak ve hakikat ve vicdan bizleri şiddetli siyasetten ve idareye ilişmekten men' etmiştir." diye yazıları ve aynı zamanda, "şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım" manasına gelen
ta'birini düstûr kabul eden bir şahsın, siyasetle ve idarenin aleyhinde uğraşması nasıl zan ile kabul olunablir?
2: Denizli Mahkemesine aid ehl-i vukuf raporunun müsbet yazıları kısmının ikinci sırasında aynen şöyle yazılmaktadır. "Said Nursî'nin en mühim kitabı olan Hüccetullahü'l-Baliğa adlı kitabının (sıra dört aded bir) münacat kısmında: Bu dünya fânidir. Asıl dâva ise, bâki olan âlemi kazanmaktadır. İnsanın itikadı sağlam olmazsa dâvayı kaybeder. Hakiki dava budur. Bunun haricindeki davalara karışmak zararlıdır. Siyasetle meşgul olan, ehemmiyetli hizmetlerinden geri kalır. Hem de siyaset boğuşmalarına kapılanlar selâmet-i kalbini kaybeder." diye Said Nursî'nin yazıları bulunduğuna işaret edilmiştir. Ve binnetice; ne siyasetle ne cem'iyet kurmakla ve ne de halkı hükûmet aleyhine teşvik ile alakası bulunmadığı neticesine varılmıştır."
Şimdi Said Nursî'nin bu ehl-i vukuf tarafından mâhiyeti tesbit edilen bu kitabındaki bu yazısı, bilakis kendisinin siyaset ve hükûmet işlerine karışmamağı düstur ittihaz ettiğine delil olmakla beraber, aynı zamanda suç vasfı verilen iddialar, bilakis halka, siyasi oyunlara ve teşebbüslere girilmemesini ve bu gibi işlerin zararlı bulunduğunu izah etmesi bakımından, milletin binnetice kendi işlerinden başkalarına karışmaması yolunda vaaz ve nasihatlarını görmüş oluyoruz. Yalnız bu yazısı dahi Said Nursî'nin suçsuzluğuna yetebilir mahiyettedir.
Ses Yok