Müdafalar | Müdafalar | 170
(1-190)
Maalesef gayr-ı ahlâkî sefahet sahalarında, meyhane, umumhanelerde hora tepen.. bu halleri bir medeniyet zannıyla hürriyet-i nefislerine hasreden bazı yaşlı başlı adamlar: "Efendim din başka dünya başka. Şu yobaz, softa, kara kuvvetler bize ne karışıyorlar?" sözlerini seyyiatlarına siper ediyorlar. Açıkdan açığa yahudilik ve masonluk prensiblerinin yayılmasına hizmet eden daha bir çokları da; yalan ile imanın, ateş ile barutun bir noktada içtimaına imkan görmeyen müekkilim gibi nezih bir din âlimi aleyhinde vakit vakit: "Şarklıdır.. Bitlislidir, Kürd'dür, mürtecidir, kara kuvvettir." gibi lafz-ı murad beylik sözleri etmeği bir vatanperverlik zannediyorlar. Halbuki:
Şark, garp bir cesedin gözleri, azalarıdır.
Bir başın sağ gözü hür, sol gözü olmaz ki esir!
İşte bu kanaatlarla "Fikr-i kavmiyeti tel'in ediyor Peygamberimiz" Hadis-i Şerifini, Safahat'ında kemâliyle açıklayan Mehmet Akif'in Arnavut olduğunu unutuyorlar.
Teşkilat-ı Esasiye kanunumuz kavmiyet dâiyesini izâle, Türklük camiasında bilatefrik vatandaşlık haklarını tebarüz ettirdiği halde; maalesef Afyon Mahkemesi kararında "Said Nursi'nin damarlarında, akîdelerinde Kürtlük kanı olduğunu.. diğer müekkilim Ahmed Feyzi Kul'un, Said'e, Risale-i Nur'a, mahkemede okuduğu şa'şaalı müdafaanamesinde Said'in müdafiliğini de yaparcasına zararlı ve irticaî bir din mücâhedesi yürüttüğünü.. Atatürk'e hakaret edildiğini.." asılsız, te'villerle öne sürerek ve adeta zulmet ma'kusu olan nûr tabirinden öfkelenerek daha emsâli tarafgirâne faraziyeler, lafz-ı murad sözlere temayül ile, her ikisi için cezanın teşdidini istihdaf yoluyla adâlete pek müessir surette bir idare me'muru zihniyetiyle hissiyata kapılmıştır.
Bu zihniyetle mahalli C. Savcılığının Temyiz lâyihasında da "sanıkların cem'iyet kurdukları" üzerinde durulması, tek taraflı hissiyata mağlubiyetinin bir müeyyidesi olduğuna herhalde başsavcılık makamınca kanaat edilmiş olmalıdır ki; tebliğnâmede bu cihetin de reddi tâleb edilmiştir.
Dosyadaki Temyiz lâyihasında izah olunan müekkillerimin bütün müdafaatı incelenmemiş, red ve cerh sebebleri gösterilmemiştir. Bu cepheden bozma sebebleri meydandadır.
Yüksek adâletiniz muvacehesinde her karanlığın aydınlanacağı şüphesizdir. Esasen dinî eserlerle beraber suçsuz, günahsız müekkilerimin dayandığı Kur'an-ı Kerim; "Bütün kavimler, nurlu mü'minler birbirinin kardaşıdır" aralarını ıslah emrini veriyor. Islaha me'mur da; âdil, bîtaraf ulemâ ile umerâdır. Bunlar şahsiyattan sâlim olarak salâha meylederse, bütün halk salâha... fesada meylederse, aynı halk fesada meyleder.
Peygamberimiz: "Müslümanlar nifak ve fesad üzerinde toplanmazlar." "Fitne uykudadır. Her kim uyandırırsa, Allah ona lânet etsin." buyuruyor. Hatta çok ziyade İslâmiyete, mukaddesata bağlı asil kahraman Türkler; İslamiyetin tevhid akîdesinin alemdarlık vazifesini benimsemek ile bila tefrik hakiki ilim sâhiblerine, mukaddesata hürmet etmekle yükselmişler, bu şeref ve fazileti kıyamete kadar da yaşatabilecek tecellilere mazhar olmuşlardır. Müekkillerimden başka her Müslümanın gayesi de, bu dinî tecellilerin pâyidâr olmasıdır. Maalesef hüküm sahalarında bile Kürdlüğü, kavmiyeti ortaya atanların ilmî, tarihî tedkikleri, tecrübeleri noksan olsa gerektir ve garazkârlıktır.
Hicri dokuzyüz tarihlerinde bütün Şark vilayetlerini din şerefine tav'an Osmanlı Türk hükümetine bağlamak şerefiyle mübâhi olan, ehemmiyeti dünyaca müsellem bulunan "Hakimüddîn İdrisî Bitlisî", o gün hem Kürd, hem Türk idi.
Bugünde her manasıyla said olan evlâdları hakkında "Kürd'müş, Şâfiî imiş." damgasıyla şiddetli cezalara lâyık görülebiliyor. Dünyevî mevki, şahsi menfaat yollarında bu tezadlara, bu tenakuzlara sâik olanların; İslâmiyet, adâlet ve vatana muhabbet sahasındaki kusurlarını daha ziyade izahtan haya ederim. Şarkta da, Garpta da fena adamlar bulunabilir. Herhangi bir fenanın fenalığı, hey'et-i umumiyeyi lekedar edemez. Müekkilim son derece takvâlı, şâibesiz bir din âlimidir. İlâhî, ahlâkî, içtimâî faideler ilham eden eserlerinde; ferdleri, cem'iyetleri sefahete, kumara, fuhşa, hırsızlığa, tereddiye teşvik etmemiştir. Hayatının gençliği, ihtiyarlığı; dinin, vatanın saadet ve selâmeti uğrunda Allah rızası için mücahede ile geçmiştir. Kendisine hürmet eden, eserlerinden faidelenen diğer müekkillerim de fıtraten dindar masumlardır.
Binnetice: Yüksek huzurunuza intikal eden dosya üzerindeki şahsiyata mağlub, hasedkâr bazı idarecilerin gayesi : (müekkilimin kat'iyen arzu etmediği halde) min-tarafillah halkın yer yer kendisine gösterdiği sevgileri kırmak, riyasız din âliminin eserlerinde parlayan İlâhi nuru, adeta masonlar şerefine söndürmektir. Halbuki, Allah'ın yandırdığı bir nûru insanlar söndüremez. Beşer güneşe perde çekebilir, fakat güneşi iskât edemez.
Müekkillerimin kanuna, medeniyete, hakka, hakikata aykırı hiçbir suçu yoktur. Din, dünyadan ayrılmış, ortada Din İşleri Reisi'de mevcud bulunmuş iken.. tevehhümî idarî baskılara, tedehhüşe, tahakküme dayanan hüküm; esasından çürüktür, delilsizdir, adâlete uygun değildir, her bakımdan usûl ve kanuna muhaliftir.
Müekkillerimin asl-ı temyiz lâyihalarındaki mûcib sebebler de malumdur. Bu teşrihatlarla beraber nazar-ı adâlete alınacak hükmün bozulmasına, bilhassa mâsum müekkillerimin tahliyesini yüksek vicdanınızdan dilerim.
Ankara Avukatlarından
Hulûsi Bitlisî Aktürk
Şark, garp bir cesedin gözleri, azalarıdır.
Bir başın sağ gözü hür, sol gözü olmaz ki esir!
İşte bu kanaatlarla "Fikr-i kavmiyeti tel'in ediyor Peygamberimiz" Hadis-i Şerifini, Safahat'ında kemâliyle açıklayan Mehmet Akif'in Arnavut olduğunu unutuyorlar.
Teşkilat-ı Esasiye kanunumuz kavmiyet dâiyesini izâle, Türklük camiasında bilatefrik vatandaşlık haklarını tebarüz ettirdiği halde; maalesef Afyon Mahkemesi kararında "Said Nursi'nin damarlarında, akîdelerinde Kürtlük kanı olduğunu.. diğer müekkilim Ahmed Feyzi Kul'un, Said'e, Risale-i Nur'a, mahkemede okuduğu şa'şaalı müdafaanamesinde Said'in müdafiliğini de yaparcasına zararlı ve irticaî bir din mücâhedesi yürüttüğünü.. Atatürk'e hakaret edildiğini.." asılsız, te'villerle öne sürerek ve adeta zulmet ma'kusu olan nûr tabirinden öfkelenerek daha emsâli tarafgirâne faraziyeler, lafz-ı murad sözlere temayül ile, her ikisi için cezanın teşdidini istihdaf yoluyla adâlete pek müessir surette bir idare me'muru zihniyetiyle hissiyata kapılmıştır.
Bu zihniyetle mahalli C. Savcılığının Temyiz lâyihasında da "sanıkların cem'iyet kurdukları" üzerinde durulması, tek taraflı hissiyata mağlubiyetinin bir müeyyidesi olduğuna herhalde başsavcılık makamınca kanaat edilmiş olmalıdır ki; tebliğnâmede bu cihetin de reddi tâleb edilmiştir.
Dosyadaki Temyiz lâyihasında izah olunan müekkillerimin bütün müdafaatı incelenmemiş, red ve cerh sebebleri gösterilmemiştir. Bu cepheden bozma sebebleri meydandadır.
Yüksek adâletiniz muvacehesinde her karanlığın aydınlanacağı şüphesizdir. Esasen dinî eserlerle beraber suçsuz, günahsız müekkilerimin dayandığı Kur'an-ı Kerim; "Bütün kavimler, nurlu mü'minler birbirinin kardaşıdır" aralarını ıslah emrini veriyor. Islaha me'mur da; âdil, bîtaraf ulemâ ile umerâdır. Bunlar şahsiyattan sâlim olarak salâha meylederse, bütün halk salâha... fesada meylederse, aynı halk fesada meyleder.
Peygamberimiz: "Müslümanlar nifak ve fesad üzerinde toplanmazlar." "Fitne uykudadır. Her kim uyandırırsa, Allah ona lânet etsin." buyuruyor. Hatta çok ziyade İslâmiyete, mukaddesata bağlı asil kahraman Türkler; İslamiyetin tevhid akîdesinin alemdarlık vazifesini benimsemek ile bila tefrik hakiki ilim sâhiblerine, mukaddesata hürmet etmekle yükselmişler, bu şeref ve fazileti kıyamete kadar da yaşatabilecek tecellilere mazhar olmuşlardır. Müekkillerimden başka her Müslümanın gayesi de, bu dinî tecellilerin pâyidâr olmasıdır. Maalesef hüküm sahalarında bile Kürdlüğü, kavmiyeti ortaya atanların ilmî, tarihî tedkikleri, tecrübeleri noksan olsa gerektir ve garazkârlıktır.
Hicri dokuzyüz tarihlerinde bütün Şark vilayetlerini din şerefine tav'an Osmanlı Türk hükümetine bağlamak şerefiyle mübâhi olan, ehemmiyeti dünyaca müsellem bulunan "Hakimüddîn İdrisî Bitlisî", o gün hem Kürd, hem Türk idi.
Bugünde her manasıyla said olan evlâdları hakkında "Kürd'müş, Şâfiî imiş." damgasıyla şiddetli cezalara lâyık görülebiliyor. Dünyevî mevki, şahsi menfaat yollarında bu tezadlara, bu tenakuzlara sâik olanların; İslâmiyet, adâlet ve vatana muhabbet sahasındaki kusurlarını daha ziyade izahtan haya ederim. Şarkta da, Garpta da fena adamlar bulunabilir. Herhangi bir fenanın fenalığı, hey'et-i umumiyeyi lekedar edemez. Müekkilim son derece takvâlı, şâibesiz bir din âlimidir. İlâhî, ahlâkî, içtimâî faideler ilham eden eserlerinde; ferdleri, cem'iyetleri sefahete, kumara, fuhşa, hırsızlığa, tereddiye teşvik etmemiştir. Hayatının gençliği, ihtiyarlığı; dinin, vatanın saadet ve selâmeti uğrunda Allah rızası için mücahede ile geçmiştir. Kendisine hürmet eden, eserlerinden faidelenen diğer müekkillerim de fıtraten dindar masumlardır.
Binnetice: Yüksek huzurunuza intikal eden dosya üzerindeki şahsiyata mağlub, hasedkâr bazı idarecilerin gayesi : (müekkilimin kat'iyen arzu etmediği halde) min-tarafillah halkın yer yer kendisine gösterdiği sevgileri kırmak, riyasız din âliminin eserlerinde parlayan İlâhi nuru, adeta masonlar şerefine söndürmektir. Halbuki, Allah'ın yandırdığı bir nûru insanlar söndüremez. Beşer güneşe perde çekebilir, fakat güneşi iskât edemez.
Müekkillerimin kanuna, medeniyete, hakka, hakikata aykırı hiçbir suçu yoktur. Din, dünyadan ayrılmış, ortada Din İşleri Reisi'de mevcud bulunmuş iken.. tevehhümî idarî baskılara, tedehhüşe, tahakküme dayanan hüküm; esasından çürüktür, delilsizdir, adâlete uygun değildir, her bakımdan usûl ve kanuna muhaliftir.
Müekkillerimin asl-ı temyiz lâyihalarındaki mûcib sebebler de malumdur. Bu teşrihatlarla beraber nazar-ı adâlete alınacak hükmün bozulmasına, bilhassa mâsum müekkillerimin tahliyesini yüksek vicdanınızdan dilerim.
Ankara Avukatlarından
Hulûsi Bitlisî Aktürk
Ses Yok