Müdafalar | Müdafalar | 174
(1-190)
Âlem-i İslâm'a hiçbir zararı olmadığı gibi, pek çok faidesi bulunan Risale-i Nur'un tam serbestiyetini vermek, bu hükûmet-i İslâmiye'nin büyük bir vazifesidir.
Beş mahkemenin ve dört emniyet dâiresinin bize iâde ettikleri aynı kitabları ve Mahkeme-i Temyiz de o kitablar lehinde berâet ile hüküm verip onbeş-yirmi gün zarfında zararsız olduğuna karar verdiği halde; Afyon Mahkemesinin sâbık âzâları dörtbuçuk sene gâyet âdi bahanelerle kitablarımı vermediler.
Kitablar hakkında müsaderenin mâhiyeti: Risale-i Nur'un yüzotuzüç kitabından bir tek kitabın bir-iki sahifesi, bir kumandana elli sene evvel bir hadîs ile vurduğum tokadı bahsetmiş. Bunun dolayısıyla yüzotuz kitabı müsâdere etmek, bir adamın hatasıyla yüzotuz adamı cezalandırmak gibi bir acib gaddarane zulüm olması ve şimdi kütübhanelerde ve kitabçılarda ve ellerde gezen ve husûsan, vatan ve dîn aleyhinde dinsizlerin, mülhidlerin, zındıkların, komünistlerin kitabları, hatta baştan aşağıya kadar İslâmiyet aleyhindeki Doktor Duzi'nin kitabı, bazı ellerde gezmesi gösteriyor ki: Risale-i Nur'a karşı müsâdere, yerden göğe kadar haksız bir zulümdür, bir gadirdir. Çünki: Risale-i Nur ekser âlem-i İslâm'ın mühim merkezlerinde ve bu yirmisekiz senede bu vatanda ulemâların elinde gezdiği halde hiçbir âlim, hiçbir feylesof itiraz etmemiş. Mahkemeler ve siyâsiyyunlar yalnız bir "tesettür"e, diğeri de "âhirzamanda bir kumandan başına şapka koyacak ve cebren giydirecek" gibi iki mes'eleye ilişmişler. Sonra da bu mes'eleler için, dört-beş maheme o mes'elelerde dahil olduğu ve beraet verildiği halde; o bir-iki sahife için yirmibin sahifeyi mes'ul ve mahkûm etmek hükmünde Risale-i Nur'u müsâdere etmek, aynı bu misale benziyor:
Bir adamın bir adama haksız değil, belki haklı taarruzu yüzünden-ki başkaları da onu medar-ı mes'ûliyet görmediği ve beş mahkemede cinâyet saymadığı halde- o mevhum suç ile yirmibin adamı suçlu yapmak gibi; yirmibin Nur sahifelerini bir-iki sahife yüzünden müsadere ve dörtbuçuk sene Afyon'da hapsetmek, o taarruzun yüz mislinden daha ziyade bir hatadır, bir cinayettir. Ve bu vatana bir sûikasddır.
Bana sıkıntı verilen mes'elenin birisi de şudur: Başa şapka koymaktır. Bunda hiçbir kanun olmadığı gibi, hiçbir menfaat ve maslahat dahi yoktur. Çünki; askerler ve dairelerde vazifedâr me'murlar ve kadınlar ve başı açık gezenler giymemekte mes'ûl olmadığından ve bere giymek yasak olmamasından gösteriyor ki; şapkayı başa koymakta hiç bir kânun yoktur ve hiçbir maslahat da yoktur. Başı açık kalmak, benim gibi çok ihtiyar ve başı çok nezleli ve doktorların da çare bulamadıkları bu nezle hastalığı için, başıma gecelik takyesinin üzerine sıcaklık için mendil bağlamağa mecburum. Bu hal ile beraber, vazifedar me'mur olmadığımdan bana resmî elbise teklif edilmez. Demek gayet acîb, ma'nasız ve mânevî bir sûikasd fikriyle benim tarz-ı libasım, mevhûm asılsız bir kânuna aykırı nâmı verilmiş ki, bana birbuçuk sene sıkıntı çektirdiler. Bu kısacık dâvâmın izâhı benim sâbık mahkemelerdeki müdafaatıma, husûsan mahkeme-i kübrâya şekva kısmına havale ediyorum.
Said Nursî
___________
Hâşiye: Bu vatan ve millete pekçok menfaati bulunan Risaleleri serbestiyeti ile iâde edilmezse Üstadımız bu memleketi ebedî terk etmeğe karar verdiğini söyledi. Hizmetkârı Mustafa Bu hûsusi mektub, Avukatımız Ahmed Günan'ın "Yeni gelen Afyon Ağır Ceza reisi, mütedeyyindir; husûsî bir mektub yazılsa münâsib olur" demesi üzerine yazılmış. Ve berâ-yı ma'lûmat bir sûret bize gönderilmiş. Bizde berâ-yı malûmat sizlere gönderiyoruz. Husrev
AFYON MAHKEMESİNİN ADİL REİSİYLE BİR HASBIHALDIR.
-Artık yeter!.. Tahammülüm kalmadı.-
Yirmisekiz senede yüz senelik azâbı bana çektirdiler. Bu işkencelere son verilmek için hem bu memlekete, hem, Âlem-i İslâm'a hiçbir zararı olmayan ve pek çok menfaatı bulunan Risale-i Nur'un tam serbestiyetini vermek bu hükûmet-i İslâmiyenin büyük bir vazîfesidir.
Kat'iyyen tahakkuk etmiş ki; Afyon Mahkemesi müdhiş bir komitenin parmağıyla, beş mahkeme ve dört emniyet dairesinin bize iâde ettikleri aynı kitabları ve Mahkeme-i Temyiz de o kitablar lehinde berâetle hükmederek onbeş-yirmi gün zarfında zararsız olduklarına karar verdiği halde Afyon Mahkmesinin sâbık â'zâları, dörtbuçuk sene gâyet âdi bahanelerle (meselâ: Uzak yerlerdeki alâkaları az olan ve medar-ı mes'ûliyet ve bahane olacak hiçbir kitab onlarda bulunmayan ve yanlız hapiste bizimle beraber yatan bir-iki Nur Talebesine yanlış adreslerle haber verilmemiş diye) bundan evvel iki ay ve sonra da bir ay geriye mahkememizin te'hir edilmesi.. ve bu bîçâre Nur Talebelerine gidip-gelme yol masrafları çok zarar vermeleri ve hatta Afyon Mahkemesinin Nur Risalelerini müsadere kararı sebebiyle ve ihtarıyla İstanbul'da müsâdere edilen "Rehber Risâlesi" ve muhâkemesi için kışta benim gibi gâyet iktisadçı bir fakirin yüz banknotu bir husûsî otomobile ücret vermeğe mecbûr olması ve yirmi senede bazen yüz, bazen yetmiş, bazen elli arkadaşıyla çok def'a lüzûmsuz mahkemelere ve hapislere sevk etmeleriyle.. elbette yüzbin lira zarar ve ziyanımız olması gösteriyor ki; müdhiş garazkarların parmağı bu işe karışıyor.
Evet; sâbık mahkemelerin haksız olarak Nur Talebelerine onbeş sene zarfında ellibin; belki yüzbin banknot zarar vermeleri, haksız ve kanunsuzdur. Bu yüzbin lirayı tazminat olarak dâvâ ediyoruz. Yüzbinlerle dâvâcılarımız bu dâvânın arkasında var. Şimdi bu Afyon Mahkemesinin sâbık reisinin ve savcısının ve âzâlarının pek kat'î bir garazla bu zâlimâne muamelelerinin gâyet kat'î bir hüccet ve delili; mahkûmiyetime dâir olup neşrettiğimiz kararnamelerdir. O kararnâmeyi Mahkeme-i Temyîz esâsıyla bozmuş olduğu halde, kararnâmede benim mahkûmiyetimin şiddetli cezâsına gösterdikleri sebeb budur:
"Said'de Kürtlük var. Hem ölmüş bir adama tecâvüz etmiş."
Acabâ hiçbir mahkeme dünyada böyle şeyi medar-ı mes'uliyet yapar mı? Yetmiş cinsten ve milletten bu memleketimizde bulunan müslüman kardaşlarımızda böyle unsuriyyet ve cinsiyyet farkları nazara alınmadığı halde.. hem Said Kürdlüğünü değil, belki memleketini ve akrabasını bırakıp rûhunu ve hayatını bu millet-i İslâmiyeye ve dindar Türklere fedâ ettiği halde.. ve yirmisekiz sene işkencelerle azab gördüğüne mukâbil, o Türklerle olan samîmî kardeşliğinde zerre kadar sarsılmayan bir adam hakkında ve dünyada hiçbir mahkemenin medar-ı mes'ûliyet yapmadığı; ırkçılık hem hakiki olmadığı ve İslâmiyet kardeşliğine zarar olduğu için bütün kuvvetiyle ırkçılığı elli seneden beri bırakarak bütün hayatı ve eserleriyle "İslâmiyet milliyeti her şeye mukâbildir" demiş ve o kudsi milliyeti tutmuş. Hem "ırkçılığı bırakınız; dörtyüz milyon kardaşı kazandıran İslâmiyet milliyetine giriniz" demiş. Daimâ bu dersi vermiş.
Şimdi böyle adama Afyon'un sâbık mahkemesi cezâ verirken, "Onda Kürdlük damarı var" diye şiddet-i cezâya sebeb göstermiş. Böyle bir muhâkeme elbette mahkûmdur. Bizler böyle kanun nâmına kanunsuzluk edenlerden zarar ve ziyanlarımızın tazminatını Mahkeme-i Kübrâda ediyoruz ve edeceğiz. Said Nursî
Beş mahkemenin ve dört emniyet dâiresinin bize iâde ettikleri aynı kitabları ve Mahkeme-i Temyiz de o kitablar lehinde berâet ile hüküm verip onbeş-yirmi gün zarfında zararsız olduğuna karar verdiği halde; Afyon Mahkemesinin sâbık âzâları dörtbuçuk sene gâyet âdi bahanelerle kitablarımı vermediler.
Kitablar hakkında müsaderenin mâhiyeti: Risale-i Nur'un yüzotuzüç kitabından bir tek kitabın bir-iki sahifesi, bir kumandana elli sene evvel bir hadîs ile vurduğum tokadı bahsetmiş. Bunun dolayısıyla yüzotuz kitabı müsâdere etmek, bir adamın hatasıyla yüzotuz adamı cezalandırmak gibi bir acib gaddarane zulüm olması ve şimdi kütübhanelerde ve kitabçılarda ve ellerde gezen ve husûsan, vatan ve dîn aleyhinde dinsizlerin, mülhidlerin, zındıkların, komünistlerin kitabları, hatta baştan aşağıya kadar İslâmiyet aleyhindeki Doktor Duzi'nin kitabı, bazı ellerde gezmesi gösteriyor ki: Risale-i Nur'a karşı müsâdere, yerden göğe kadar haksız bir zulümdür, bir gadirdir. Çünki: Risale-i Nur ekser âlem-i İslâm'ın mühim merkezlerinde ve bu yirmisekiz senede bu vatanda ulemâların elinde gezdiği halde hiçbir âlim, hiçbir feylesof itiraz etmemiş. Mahkemeler ve siyâsiyyunlar yalnız bir "tesettür"e, diğeri de "âhirzamanda bir kumandan başına şapka koyacak ve cebren giydirecek" gibi iki mes'eleye ilişmişler. Sonra da bu mes'eleler için, dört-beş maheme o mes'elelerde dahil olduğu ve beraet verildiği halde; o bir-iki sahife için yirmibin sahifeyi mes'ul ve mahkûm etmek hükmünde Risale-i Nur'u müsâdere etmek, aynı bu misale benziyor:
Bir adamın bir adama haksız değil, belki haklı taarruzu yüzünden-ki başkaları da onu medar-ı mes'ûliyet görmediği ve beş mahkemede cinâyet saymadığı halde- o mevhum suç ile yirmibin adamı suçlu yapmak gibi; yirmibin Nur sahifelerini bir-iki sahife yüzünden müsadere ve dörtbuçuk sene Afyon'da hapsetmek, o taarruzun yüz mislinden daha ziyade bir hatadır, bir cinayettir. Ve bu vatana bir sûikasddır.
Bana sıkıntı verilen mes'elenin birisi de şudur: Başa şapka koymaktır. Bunda hiçbir kanun olmadığı gibi, hiçbir menfaat ve maslahat dahi yoktur. Çünki; askerler ve dairelerde vazifedâr me'murlar ve kadınlar ve başı açık gezenler giymemekte mes'ûl olmadığından ve bere giymek yasak olmamasından gösteriyor ki; şapkayı başa koymakta hiç bir kânun yoktur ve hiçbir maslahat da yoktur. Başı açık kalmak, benim gibi çok ihtiyar ve başı çok nezleli ve doktorların da çare bulamadıkları bu nezle hastalığı için, başıma gecelik takyesinin üzerine sıcaklık için mendil bağlamağa mecburum. Bu hal ile beraber, vazifedar me'mur olmadığımdan bana resmî elbise teklif edilmez. Demek gayet acîb, ma'nasız ve mânevî bir sûikasd fikriyle benim tarz-ı libasım, mevhûm asılsız bir kânuna aykırı nâmı verilmiş ki, bana birbuçuk sene sıkıntı çektirdiler. Bu kısacık dâvâmın izâhı benim sâbık mahkemelerdeki müdafaatıma, husûsan mahkeme-i kübrâya şekva kısmına havale ediyorum.
Said Nursî
___________
Hâşiye: Bu vatan ve millete pekçok menfaati bulunan Risaleleri serbestiyeti ile iâde edilmezse Üstadımız bu memleketi ebedî terk etmeğe karar verdiğini söyledi. Hizmetkârı Mustafa Bu hûsusi mektub, Avukatımız Ahmed Günan'ın "Yeni gelen Afyon Ağır Ceza reisi, mütedeyyindir; husûsî bir mektub yazılsa münâsib olur" demesi üzerine yazılmış. Ve berâ-yı ma'lûmat bir sûret bize gönderilmiş. Bizde berâ-yı malûmat sizlere gönderiyoruz. Husrev
AFYON MAHKEMESİNİN ADİL REİSİYLE BİR HASBIHALDIR.
-Artık yeter!.. Tahammülüm kalmadı.-
Yirmisekiz senede yüz senelik azâbı bana çektirdiler. Bu işkencelere son verilmek için hem bu memlekete, hem, Âlem-i İslâm'a hiçbir zararı olmayan ve pek çok menfaatı bulunan Risale-i Nur'un tam serbestiyetini vermek bu hükûmet-i İslâmiyenin büyük bir vazîfesidir.
Kat'iyyen tahakkuk etmiş ki; Afyon Mahkemesi müdhiş bir komitenin parmağıyla, beş mahkeme ve dört emniyet dairesinin bize iâde ettikleri aynı kitabları ve Mahkeme-i Temyiz de o kitablar lehinde berâetle hükmederek onbeş-yirmi gün zarfında zararsız olduklarına karar verdiği halde Afyon Mahkmesinin sâbık â'zâları, dörtbuçuk sene gâyet âdi bahanelerle (meselâ: Uzak yerlerdeki alâkaları az olan ve medar-ı mes'ûliyet ve bahane olacak hiçbir kitab onlarda bulunmayan ve yanlız hapiste bizimle beraber yatan bir-iki Nur Talebesine yanlış adreslerle haber verilmemiş diye) bundan evvel iki ay ve sonra da bir ay geriye mahkememizin te'hir edilmesi.. ve bu bîçâre Nur Talebelerine gidip-gelme yol masrafları çok zarar vermeleri ve hatta Afyon Mahkemesinin Nur Risalelerini müsadere kararı sebebiyle ve ihtarıyla İstanbul'da müsâdere edilen "Rehber Risâlesi" ve muhâkemesi için kışta benim gibi gâyet iktisadçı bir fakirin yüz banknotu bir husûsî otomobile ücret vermeğe mecbûr olması ve yirmi senede bazen yüz, bazen yetmiş, bazen elli arkadaşıyla çok def'a lüzûmsuz mahkemelere ve hapislere sevk etmeleriyle.. elbette yüzbin lira zarar ve ziyanımız olması gösteriyor ki; müdhiş garazkarların parmağı bu işe karışıyor.
Evet; sâbık mahkemelerin haksız olarak Nur Talebelerine onbeş sene zarfında ellibin; belki yüzbin banknot zarar vermeleri, haksız ve kanunsuzdur. Bu yüzbin lirayı tazminat olarak dâvâ ediyoruz. Yüzbinlerle dâvâcılarımız bu dâvânın arkasında var. Şimdi bu Afyon Mahkemesinin sâbık reisinin ve savcısının ve âzâlarının pek kat'î bir garazla bu zâlimâne muamelelerinin gâyet kat'î bir hüccet ve delili; mahkûmiyetime dâir olup neşrettiğimiz kararnamelerdir. O kararnâmeyi Mahkeme-i Temyîz esâsıyla bozmuş olduğu halde, kararnâmede benim mahkûmiyetimin şiddetli cezâsına gösterdikleri sebeb budur:
"Said'de Kürtlük var. Hem ölmüş bir adama tecâvüz etmiş."
Acabâ hiçbir mahkeme dünyada böyle şeyi medar-ı mes'uliyet yapar mı? Yetmiş cinsten ve milletten bu memleketimizde bulunan müslüman kardaşlarımızda böyle unsuriyyet ve cinsiyyet farkları nazara alınmadığı halde.. hem Said Kürdlüğünü değil, belki memleketini ve akrabasını bırakıp rûhunu ve hayatını bu millet-i İslâmiyeye ve dindar Türklere fedâ ettiği halde.. ve yirmisekiz sene işkencelerle azab gördüğüne mukâbil, o Türklerle olan samîmî kardeşliğinde zerre kadar sarsılmayan bir adam hakkında ve dünyada hiçbir mahkemenin medar-ı mes'ûliyet yapmadığı; ırkçılık hem hakiki olmadığı ve İslâmiyet kardeşliğine zarar olduğu için bütün kuvvetiyle ırkçılığı elli seneden beri bırakarak bütün hayatı ve eserleriyle "İslâmiyet milliyeti her şeye mukâbildir" demiş ve o kudsi milliyeti tutmuş. Hem "ırkçılığı bırakınız; dörtyüz milyon kardaşı kazandıran İslâmiyet milliyetine giriniz" demiş. Daimâ bu dersi vermiş.
Şimdi böyle adama Afyon'un sâbık mahkemesi cezâ verirken, "Onda Kürdlük damarı var" diye şiddet-i cezâya sebeb göstermiş. Böyle bir muhâkeme elbette mahkûmdur. Bizler böyle kanun nâmına kanunsuzluk edenlerden zarar ve ziyanlarımızın tazminatını Mahkeme-i Kübrâda ediyoruz ve edeceğiz. Said Nursî
Ses Yok