Müdafalar | Müdafalar | 175
(1-190)
MUKADDİME Üstâdımız diyor ki:
"Mahkemelerin te'hirinde hayır var.Şimdiye kadar Nur'a ve Nurculara verilen zahmetler, rahmetlere dönmesi gösteriyor ki bu te'hirde de hayırlar var ki, birisi bu olmak ihtimali var:
Hariç Âlem-i İslâm'da Nur'un ehemmiyetli te'sire başlaması ve inkişaf ve intişarı ve buranın siyasileri Avrupa'ya bir rüşvet olarak bir derece Avrupalaşmak meylini göstermesi, hariçte zannedilmekle; mahkemelerce Nur'un serbestiyet-i tammesi için karar vermek, hariç Âlem-i İslâm'da Nurların hakiki ihlâsına böyle bir şüphe gelecekti ki: "Ya Nurcular riyâkarlığa mecbur olmuşlar veyahut böyle medenîleşmek fikrinde olanlara ilişmiyorlar, zaaf gösteriyorlar" diye... Nur'un kıymetine büyük zarar olduğu için, bu te'hir o evhâmları izâle eder ve ispat ediyor ki, otuz seneden beri İslâmiyetin şiârına muhalif şeylere baş eğmiyorlar."
(Üstadımız notlar hükmünde söyledi, biz de kaleme aldık.)
Bu sene, bu iki mahkemenin mahiyetini beyan etmek lâzım geldi. Buradaki mahkeme ise; elli sene evvel "Süfyan" ve "Şapka" hakkında bir Hadis'e mânâ vermişim. Sonra mahkemeler bunu, "bir kanuna tecavüzdür" diye medar-ı bahs ettiler. Afyon Mahkemesi benim cezâmın şiddetine bir sebep, o tecâvüzü, o mânâyı göstermiş. Halbuki, faraza yeni yazmışım ve o kumandan da sağdır farzedilmiş.
Dininde ve rejiminde mutaassıp İngiliz'in hükmü altında yüz milyon Müslüman, yüz senede İngiliz'in hem rejimini, hem dinini inkâr etmişlerken kanûnen adliyeleri, onlara o ciheti medar-ı mes'ûliyet yapmadığı halde.. hem şimdi eski parti liderleri -faraza- O kumandanın üçte biri de olsa belki O'nun gibi bir kumandan idiler; benim O kumandana Hadis ile vurduğum tokadın yirmi mislini, şimdi cerideler daha şiddetli olarak o liderler, o eski kumandanlara vurmaktadırlar.. medar-ı mes'uliyet tutulmuyorlar. Serbest oluyorlar. Halbuki, elli sene evvel bir Hadisin taşını atmışım.. yirmi sene sonra bir kumandan başını karşı tutmuş, başı kırılmış; ölmüş, gitmiş, alâkası hükûmetten ve dünyadan kesilmiş. Halbuki, eski partinin liderleri meb'us iken veya me'mur iken hükûmetle alâkaları olduğu halde onlara gelen tecavüz Risale-i Nur'un vurduğu tokadın on, belki yüz derece ziyâde iken; serbest cerideler intişâr ediyor.
Amma kitablar hakkında müsâderenin mâhiyeti; Risale-i Nur'un yüzotuzüç kitabından bir tek kitabın bir-iki sahifesi, o tokadı bahsetmiş. Bunun dolayısıyla yüzotuz kitabı müsâdere etmek, bir adamın hatasıyla yüzotuz adamı cezalandırmak gibi bir acib gaddarane zulüm olması ve şimdi kütübhânelerde, kitapçılarda ve ellerde gezen ve husûsan vatan ve din aleyhinde dinsizlerin, mülhidlerin, zındıkların, komünistlerin kitabları, hatta baştan aşağıya kadar İslâmiyet aleyhindeki Doktor Duzi'nin kitabı bazı ellerde gezmesi gösteriyor ki; Risale-i Nur'a karşı müsadere yerden göğe kadar haksız bir zulümdür, bir gadrdır. Çünki, Risale-i Nur, ekser Âlem-i İslâm'ın mühim merkezlerinde, bu yirmisekiz senede bu vatanda ulemâların elinde gezdiği halde hiçbir âlim, hiçbir feylesof itiraz etmemiş. Mahkemeler ve siyasiyyunlar yalnız bir "tesettür"e, diğeri de "âhirzamanda bir kumandan başına şapka koyacak ve cebren giydirecek" gibi iki mes'eleye ilişmişler. Sonra da bu mes'eleler için dört-beş mahkeme o mes'eleler dahi dahil olduğu ve berâet verildiği halde, o bir-iki sahife için yirmibin sahifeyi mes'ûl ve mahkûm etmek hükmünde Risale-i Nur'u müsâdere etmek aynı bu misâle benziyor.
Bir adamın bir adama haksız değil, belki haklı taarruzu yüzünden-ki başkaları da onu medar-ı mes'ûliyet görmediği ve beş mahkemede cinâyet saymadığı halde- o mevhum suç ile yirmibin adamı suçlu yapmak gibi; yirmibin Nur sahifelerini bir-iki sahife yüzünden müsadere ve dörtbuçuk sene Afyon'da hapsetmek, o taarruzun yüz mislinden daha ziyade bir hatadır, bir cinayettir. Ve bu vatana bir sûikasddır.
Said Nursi
(Yedi sene evvel Afyon Mahkemesinde iken reis-i cumhur, Başvekil ve Vekiller Heyetine sureti gönderilen "Mahkeme-i Kübraya Şekva" başlıklı müdâfaadan bir parçadır.)
Şapka giymediğimi, mes'uliyetime bir sebeb gösterdikleridir. Onlara derim ki: Üç ay Kastamonu'da polis karakolunda misafir kaldım. Hiçbir vakit bana demediler: "Şapkayı başına koy" Ve üç mahkemede şapkayı başıma koymadığım ve başımı mahkemede açmadığım halde bana ilişmedikleri ve şimdi asker neferatının başlarından kalktığı ve kadınlar ve çocuklar, ekseri köylüler ve dairede memurlar, bere giyenler ve münzeviler şapkayı giymeye mecbur olmadığı ve hiçbir maddî maslahat giymesinde bulunmadığı ve benim gibi bir münzevi ve bütün müctehidlerin, umum şeyhu'l-İslâmların yasak ettikleri bir serpuşu giymediğim bahanesi ile ve uydurmalar ilavesiyle gizli dinsiz düşmanlarım yirmi sene bana sıkıntı vermeleriyle bir cezayı çektirdikleri libasa ait mânâsız bir âdetle bütün bütün kanunsuz, tekrar beni mesul etmeye çalışan ve çarşıda, Ramazanda, gündüzde rakı içip namaz kılmayanları kendine kıyas edip ilişmediği halde; bu derece şiddet ve tekrarla beni kıyafetim için suçlandırmaya çalışan, elbette ölümün idam-ı ebedisini ve kabrin dâimî haps-i münferidini gördükten sonra mahkeme-i kübrâda da ondan bu hatası sorulacak.
(Üstâdımız gizli dinsiz düşmanlarının planıyla Kastamonu'dan alınıp beraetle neticelenen Denizli Mahkemesine gönderilirken Ankara'da, Ankara valisi ve emniyet müdürü Üstadımızla yarım saat kadar konuştukları halde "kıyafetini tebdil et" dememişler. Üstadımız aynı kıyafetle Denizli'ye hareket etmiş.)
Ses Yok