Müdafalar | Müdafalar | 178
(1-190)


(Rehber hakkındaki ehl-i vukuf raporuna hafif bir itiraz tarzındaki hakikat-ı hâli beyan etmektedir.)
Dinî hissiyâtı siyasete alet ediyorum diye ittihamlarına karşı deriz:
Bütün hayatımı ve beni tanıyanları işhad ediyorum ki; değil dini siyasete alet, belki siyasî olduğum zamanda dahi bütün kuvvetimle siyasetleri dine âlet ve tâbi' yapmağa çalıştığımı bütün tarih-i hayatım ve dostlarım şehâdet ettikleri gibi; Hürriyetin başında Şeriat isteyenleri astıkları bir zamanda, Hareket Ordusunun dehşetli Divan-ı Harb-i Örfi'sinde aynı günde onbeş adam asıldığı bir zamanda, bana Divan-ı Harb-i Örfi reisi ve a'zaları dediler ki: "Sen mürteci'sin. Şeriat istemişsin!" sözlerine mukabil demiş: "Şeriatın bir tek meselesine ruhumu feda etmeğe hazırım. Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ve hilaf-ı Şeriat hareket ise, bütün dünya şahit olsun ki: Ben mürteciyim" diyen bir adam; idama beş para ehemmiyet vermeyen ve dünyasını, herşeyini Şeriata feda eden hiç mümkün müdür ki: dini, Şeriatı bir şeye ve bir siyasete alet yapsın. Buna ihtimal veren sofestai de olamaz. Hem bir masumun hatırı için o zalim ve cinayetkar ve kendine işkence edenlere karşı mukabele etmeyen, hatta beddua da etmeyen bir adam, bu vatanda yüzde doksan masumun hatırı için on zalim gaddarlara siyaset yoluyla ilişmek büyük bir hata bilen ve âsâyişe ilişmemek, hayatına bir düstur yapan bir adamı "Dini siyasete ve dolayısıyla âsâyişe dokunuyor" manasında ittiham etmek, elbette dehşetli bir garaz ile ittiham eder. Yirmisekiz senede emsalsiz ihanetler, işkenceler, azablar verildiği halde mahkemelerin tahkikatıyla bir vukuât talebesinde bulunmayan bir adama; "âsâyişe ve vatana ve siyasete zararı var" diyen, elbette yerden göğe kadar haksızdır.
Zannetmesinler ki, ben bu zalimane ittihamlara karşı kendimi mes'ûliyetten veya mahkumiyetten kurtarmak içindir. Sizi te'min ediyorum ki: Beni tam bilen dostlarım da tasdik ediyorlar ki, bu yirmisekiz senede ölüm, hayattan ziyade bana faideli ve kabir, on defa bana hapisten ziyade medar-ı rahat ve hapis, on defa bu çeşit serbestiyetten daha istirahatime faideli olduğunu kat'iyyen kanaatim var. Eğer bazı dostlarım mahzun olmasa idi, ben daimi hapiste kalacaktım. Eğer şer'an intihar caiz olsa idi, elbette Rus'un başkumandanının idamına ve İstanbul'u işgal eden itilafçıların başkumandanlarının kendini idam etmek vaziyetlerine ve divan-ı riyasette elli meb'usun huzurunda ilk reis-i cumhurun şiddetli hiddetine karşı tezellülle tenezzül etmeyen bir adam, elbette pek çok defa bir âdi jandarma ve gardiyanın ve âdi bir memurun tahkirkârâne ihanetleri ve iftiraları ve ta'zibleri ve ağır tecavüzlerini gören adama, elbette ölüm yüz defa hayattan daha ziyade ona hoş gelir.
Mâdem Rehber'i bahane edip böyle hiç hatır ve hayale gelmeyen bir evham ile ittiham ediliyorum. Ben ve kardaşlarım Rehber'in hakikatıyla hem imânımızı, hem ahlâkımızı tehlikeden kurtardığımız için deriz ki: Rehber onbeş sene evvel te'lif edilmiş. Üç defa tab' ile binler nüshası ve el yazısı ile onbinler nüshası bu vatanda iştiyak ile okunmak suretinde intişar ettiği halde; yüzbinler adam okuyucu hiç kimseden muvafık, muhalif, dindar, dinsizden hiç birisi dememiş: "Biz ondan zarar gördük. Veya vatan, millete zararı var." işitmedik. Öyle bir zarar olsa idi, bu ehemmiyetli bir mes'ele olduğu için intişar edecekti. Halbuki bundan yüzbine yakın şâhid gösteriyoruz ki: "Biz ondan imanımızı kurtardık, Seciye-i milliyemizi onunla düzelttik. İstifade ettik." diye yüzbin şahidi bu davamıza lüzum olsa göstereceğiz. Acaba; bir adamın on hasenesi bulunsa, bir küçük yanlışı nazara alınmadığı halde.. böyle yüzbin hasene ve faide sahibi bir eserin vehmî, asılsız bir kusur tevehhümüyle medar-ı mes'uliyet olabilir mi? Hiç dünyada hayat-ı içtimâiyeye temas eden hiçbir kânun böyle bir hale suç diyebilir mi? O eseri tedkik eden, ulûm-u İslamiye ve diniyeye mâlik olmayan ehl-i vukufun suç unsuru diye gösterdiklerinden:
Birincisi : "Laikliğe aykırıdır. Dini siyasete alet ediyor." Halbuki müellifi otuzbeş seneden beri siyâseti terk edip bir gazeteyi okumamış ve şakirdlerine de "siyasetle meşgul olmayınız" dâima demesi, bu suç unsurunu esasiyle keser.
İkincisi : "Dinî tedrisata taraftar olmak" bir suç gösterilmiş. Buna karşı deriz:
Dünyada buna suç diyen hiçbir ehl-i imân bulunmaz. Husûsan hapisteki olanlar içinde biçârelere teselli suretinde ders vermiş. Tedrisat taraftarlığını o zaman söylemiş. Bu ise o cümleyi de bütün bütün ma'nasız olduğunu gösterir. Hatta hapisteki üçyüz adamın az bir zamanda Risâle-i Nur'la ıslâh olması, cinâyetlerden tevbe ederek ve bütün onlar namaz kılmaları, alâkadar me'murların nazar-ı dikkatlerini celb etmiş. O me'murların bir kısmı demişler: "Onbeş sene hapiste kalmasının faidesi kadar onbeş hafta Risâle-i Nur faide vermiş". Bunu da hapisteki Rehber'i yazanlara söylemişler. Müellifi de demiş: "Yüzotuz kitabtan ibaret olan Risâle-i Nur ve onun küçük bir parçası olan Rehber'i tamamiyle olmasa da okuyan adam, elbette onbeş sene hapisteki cezadan, medresede ders okumak kadar istifade eder, ıslah-ı hal eder. Fenalıklardan tevbe eder." Acaba böyle bir temenni, böyle bir teşvik ve beni hapse sokanlar da tasdik ettikleri halde suç olabilir mi?
Üçüncüsü: "Tesettür ve terbiye-i İslâmiye taraftarıdır." diye suç göstermiş. Bu ise hem Eskişehir, hem Denizli, hem Afyon'da, hem Afyon'un Mahkemesinin kararnamesinde de neşr edildiği gibi, onbeş sene evvel Eskişehir'de tesettür taraftarlığım için mahkeme bana ilişmemiş. Ben de hem mahkemeye, hem Mahkeme-i Temyize bu cevabı vermişim. "Bin üçyüzelli senede ve her asırda üçyüzelli milyon Müslümanların kudsî bir düstûr-u hayat-ı içtimaiyesi ve üçyüzellibin tefsirin mânâlarının ittifaklarına iktidaen ve bin üçyüz elli senede geçmiş ecdâdlarımızın itikadlarına ittibâen, tesettür hakkındaki bir âyet-i kerimeyi tefsir eden bir adamı ittiham eden, elbette zemin yüzünde adâlet varsa, bu ittihamı şiddetle reddeder. Ve o ittihama göre hüküm verilse nakz ve red edecek." Bu âyet-i kerimenin tesettüre emri, kadınlara büyük bir rahmet olduğunu ve kadınları sefaletten kurtardığını Risâle-i Nur kat'i isbat ettiği gibi; Sebilürreşâd'ın yüzonbeşinci sayısındaki: "Ehl-i İmân Ahiret Hemşirelerime" ünvanı ile olan bir makalem bu hakikatı isbat eder.
Dördüncüsü: "Şahsî nüfuz temin etmek" bir suç unsuru gösterilmiş. Sebebi de "Risâle-i Nur'un şahs-ı mânevisi nâmına konuşuyorum" demesi ve "kalbe ihtar edildi, hatırıma geldi, kalbime geldi; Risâle-i Nur hem mekteb, hem medrese, hem tekye faidesini veriyormuş." Ehl-i vukuf bu cümleyi medar-ı ittiham etmiş.
Cevaben deriz: Bir adam kabir kapısında, seksenden geçmiş; kırk seneden beri kendini inzivaya alıştırmış; yirmisekiz seneden beri tecrid-i mutlak ve hapis ve nefiy içinde, bütün bütün dünyadan küsmüş; otuzbeş sene gazeteleri okumamış, dinlememiş; mukabelesiz, ömründe hediye kabul etmemiş; en yakın akrabasından da, hatta kardeşinden de hiç mukabelesiz bir şey kabul etmemiş; hürmetten, teveccüh-ü nastan kaçmak için, halklarla görüşmemek için zaruret olmadan kendine düstûr yapmış ve bütün dostların medihlerini kendi şahsına almayarak ya Nurcuların hey'etine, ya Risâle-i Nur'un şahs-ı mânevisine havale etmiş ve demiş: "Ben lâyık değilim, haddim de değil. Ben bir hizmetkârım. Çekirdek gibi çürüdüm, gittim. Risâle-i Nur ise Kur'an-ı Hakîm'in tefsiridir, mânasıdır." Hem herkesin dediği gibi, "Hatırıma geldi" yahut "Fikrime geldi" veyahut "Fikrime ihtar edildi" gibi ta'birleri herkes isti'mal ediyor. Benim de bunu söylemekten maksadım bu ki: "Benim hünerim, benim zekâm değil; sünuhat kabilindendir" demektir. Bu da herkesin dediği bir sözdür. Eğer vukufsuz ehl-i vukufun verdiği mana ilham da olsa; hayvânattan tut tâ melâikelere, tâ insanlara, tâ herkese bir nev'i ilhama ve sünuhata mazhar olduklarını ehl-i fen ve ehl-i ilim ittifak etmişler. Buna suç diyen, ilim ve fenni inkar etmek lazım gelir.
Ses Yok