Müdafalar | Müdafalar | 180
(1-190)
Sebilürreşâd'ın 116'ıncı nüshasında; "Hakikat konuşuyor" başlıklı makalemde bu hakikatleri uzun uzadıya izah ettim. Bütün dünyasını, hatta icabederse hayatını ve âhiretini dinine feda ettiği,bütün hayatı şahadet eden, otuzbeş seneden beri siyaseti terkeden; müteaddit mahkemelerin o kadar incelemelerine rağmen bu yolda bir delil bulunamayan, sekseni aşmış, kabir kapısına gelmiş, dünya metaından hiçbir nesneye malik olmamış ve ehemmiyet vermemiş bir adam hakkında "Dini siyasete alet ediyor." diyen yerden göğe kadar, gökten yere kadar haksız ve insafsızdır. Biz Nur Mekteb-i İrfanı Şakirdlerinin Kur'ân-ı Hakim'den aldığımız hakikat dersi şudur ki: Evde, yahut bir gemide, bir masum, on cani bulunsa, Adalet-i Kur'aniye o masumun hakkına zarar vermemek için o haneyi, o gemiyi yakmayı menettiği halde, on masumu birtek cani yüzünden mahvı için, o hane, o gemi yakılır mı? Yakılırsa en büyük zulüm, en büyük hıyanet ve gadir olmaz mı? Bu sebeple asayişi ihlal yolunda yüzde on câni yüzünden doksan masumun hayatını tehlikeye ve zarar sokmayı Adalet-i İlahiye ve hakikat-ı Kur'aniye şiddetle menettiği için bütün kuvvetimizle bu ders-i Kur'aniyeye ittibaen asayişi muhafazaya kendimizi dinen mecbur kılarız.
İşte bizi böyle haksız isnadlarla itham eden Devr-i Sabık'taki gizli düşmanlarımız şüphe yok ki, ya siyaseti dinsizliğe alet etmek istediler, yahut bilerek, bilmeyerek bozuk ideolojileri memleketimize yerleştirmek gayretine düştüler. Görülüyor ki, nizam ve intizamı bozan, maddi, manevi memleketin emniyet ve asayişini ihlâl eden bizler değil, asıl onlardı. Hakiki bir Müslüman, samimi bir mü'min hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa taraftar olmaz. Dinin şiddetle men' ettiği şey, fitne ve anarşidir. Çünkü, anarşi hiçbir hak tanımaz. İnsanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar hayvanlar seciyesine çevirir ki, bunun âhirzamanda "Yecüc" ve "Me'cüc" komitesi olduğuna Kur'an-ı Hakim işaret buyurmaktadır.
Yirmisekiz sene bana ve talebelerime böyle eza ve cefada bulundular. Ve mahkemelrde bazı resmi kimseler bize hakaretlerde bulunmaktan çekinmediler. Hepsine tahammül ettik. İman ve Kur'an'a hizmet yolunda devam ettik. Ve devr-i Sâbıkınh o zulüm ve cefalarını affettik. Zaten onlar da müstahak oldukları akıbete uğradılar.
Said Nursi
Samsun Mahkemesinden sorgu ve savcının Büyük Cihad'da intişar eden bir şekvâma dair beni Samsun Ağır Ceza Mahkemesine vermelerine dair bir dâvetiye geldi. Bana okudular. İçinde yalnız dört nokta nazar-ı ehemmiyete alınabilir gördüm:
Birincisi : Büyük Cihad'ın müdür-ü mes'ûlü mahkemede müdde-i umumîye demiş ki: "Said Nursî o makaleyi bana göndermiş. Ben de neşrettim."
Bu mes'elenin hakikatı şudur: Ben hasta iken Emirdağı'ndaki kardeşlerim yanıma geldiler. Emirdağı'nda başıma gelen zâlimane hâdiseye dair konuştuk. Hem hastalıklı , hem hiddetli, hem Ankara'ya şekva sûretinde bir şeyler söylemiştim. Yanımdaki hizmetçim kaleme aldı. Nur Talebelerinin tensibiyle Ankara'daki bir-iki Nur Talebesine gönderip, tâ bazı dindar meb'uslara göstersinler. Bu hastalığımda bana sıkıntı verilmesin. Hem gönderilmiş. Bâzı meb'uslar da görmüş. Ve bilmediğmiz bir zâtın hoşuna giderek Büyük Cihad müdürüne göndermiş. Ben kasem ederim ki, o zamandan şimdiye kadar bilmiyorum ki kim göndermiş. Fakat neşrolduktan sonra bir nüsha buraya gelmiş. Yeni harfleri bilmediğim için bana birisi okudu. Ben memnun oldum. Allah razı olsun neşredenden dedim. Gerçi otuzbeş seneden beri siyaseti terketmişim. Fakat Büyük Cihad gibi hâlisâne dine hizmet eden o cerideye ve onun sahip ve muharrirlerine din namına minnetdâr oldum. Ve Allah râzı olsun dedim. Haberim olmadan ve para da vermeden daima bana o mübarek gazete gönderiliyordu.
İkinci Nokta: Benim Samsun'daki Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilmekliğime dairdir. Bu noktada bunu kat'iyyen beyan ediyorum ki, Samsun havalisinde hususan Büyük Cihad dairesine mensub mübarek âhiret kardeşlerim ve Nur Talebelerini ziyaretle görmek için oraya gitmek isterdim. Fakat doktorların raporlarıyla kat'i iktidarsızlığım o dereceye gelmiş ki: Beş dakikalık karşımdaki, bu mes'elenin başlangıcı ve esası olan mahkemeye, birbuçuk senedir bana haber verdikleri halde : ödemiyorum. Mecburiyetle müdde-i umumî ve hâkim vazifesini gören sorgu hâkimi yanıma geldiler. Medar-ı sual ve cevap Büyük Cihad gazetesini de getirdiler. Gazetenin bâzı sözleri benim sözlerim içine karıştırılmış. Ben de onlara cevaplarını vermiştim. Eğer faraza Ağır Ceza bu ehemmiyetsiz mes'eleye ehemmiyet verse, benim mahkememi Eskişehir'e nakline müsaade etsin ki, orada sıhhiye hey'etinden iki aylık raporlu zehir hastalığı ile şiddetli hasta bulunduğumdan bizzat bulunabilirim. Yoksa imkânı yoktur. Üçüncü Nokta: Savcı ve sorgu hâkimi yüz altmışüçüncü maddeye dayanıp Said Nursî'yi dini siyasete âlet ve âsâyişe zararlı propaganda diye itham ediyorlar. Bu noktanın hakikatını yirmidokuz senedir beş-altı mahkeme ve beş-altı vilâyetin zabıtaları ve yüz otuzüç parça kitaplarımı ve binlerce mahrem mektuplarımı elde ettikleri halde ve dinsiz komitelerin tahriki ile safdil bazı me'murları aldatmalarıyla kat'iyyen iki mes'eleden başka medar-ı mes'uliyet bulmadıklarına delil: İki sene bütün mektuplarım ve kitaplarım ellerinde bulunan Denizli Ağır Ceza Mahkemesiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesi ve Mahkeme-i Temyiz de müttefikan hem benim beraetime, hem bütün kitapların iadesine karar vermeleri ve beş-altı vilâyette yalnız tesettüre dair bir âyetin tefsiri bahanesiyle birtek mahkeme hafifçe ceza vermek istedi. Kat'î ve kuvvetli cevabıma karşı mecburiyetle mes'eleyi kanaat-ı vicdaniyeye çevirdiler. Demek onlar da medar-ı mes'uliyet bulamadılar. Bu noktayı izah için Afyon Mahkeme reisine gönderdiğim istidayı size de beray-ı mâlûmat gönderiyorum.
Elhâsıl : Aynı nakarat beş-altı mahkemede tekrar edilmiş ve medar-ı mes'uliyet bulamamışlar. Şimdi Samsun savcısı ve sorgusu yirmisekiz seneki nakaratı aynen tekrar ediyorlar: "Şahsî nüfuz te'min için propaganda yapıp dini siyasete âlet ediyor." Beş mahkemede dörtyüz sahife kadar olan cerh edilmemiş müdafaatıma, benim bedelime, havale ediyorum. Beni konuşturmaktan ise ona baksınlar.
Said Nursî
Samsun'dan gelen tebliğnâmeye karşı kısaca cevabımı Samsun Hey'et-i Hâkimesine takdim ediyorum:
Birincisi : Ben makalemi kendim göndermemişim. Bütün buradaki dostlarım biliyorlar. İkincisi: Benim gizli düşmanlarımın su'-i kasdıyle zehir tesemmümü ile şiddetli hastalığımdan yanındaki câmiye on def'ada ancak bir def'a gidebiliyorum. Bu Samsun Mahkemesini yakınımızdaki Eskişehir'e naklini kanunen taleb ediyorum.
Üçüncüsü: "Dini, siyasete âlet etmek" ithamı ise, seksen senelik hayatımın ve bütün dostlarımın ve Divan-ı Harb-i Örfi'deki müdafaatımın tasdikiyle, bütün dünya siyasetini dinin bir hakikatına feda ettiğim olan bu dâvâyı, yirmisekiz sene eski hükûmet şiddetli aleyhimde olduğu halde o dâvâyı cerh edemediler. Hem beş mahkeme, medar-ı mes'uliyet birşey bulamadı, beraet verdi.
Dördüncüsü: "Âsayişi ihlâldir." Yirmisekiz sene işkenceler verildiği ve yüzbinler fedakar kardaşları olduğu halde, hiçbir zabıta medar-ı mes'uliyet bir suç bulamadılar. Haşiye: İzahı, "Büyük Cihad" hey'etine yazdığım berâ-yı malumat mektuptur.
Said Nursî
___________
Emirdağı'nda üstadımız tarafından bera-yı malumat bize gönderilen bu mektubu ve bu mektubun zahîrinde yazılı, iki mühim vekilin Risale-i Nur'un serbestiyetine taraftar olduklarının müjdesini bera-yı malumat arz ediyoruz.
Husrev
Ses Yok