Müdafalar | Müdafalar | 179
(1-190)
Beşincisi: "Siyasiyyun, içtimaiyyun, ahlâkiyyunların kulakları çınlasın." demesini bir suç mevzuu göstermişler. Halbuki gençleri tehlikelerden kurtarmak için kısa ve rahat bir çareyi keşfettiğini siyasiyyun, ahlakiyyun da bunu tervic etsinler mânasında demiş. "Kulakları çınlasın" buna suç diyen insâniyet itibariyle çok suçlu olmak gerektir.
Altıncısı: "Müellif, cazibedar bir fitnenin esiri olmak ihtimali olan bir nesli, Risâle-i Nur'dan meded umanlara verdiği cevablarla kurtaracağına kanîdir." Ehl-i vukuf bu cümleyi de medar-ı ittiham etmişler. Yüzbin şahidle isbat edilen ve meydana gelen zahir bir hakikatı "kanaat ettim" demesini medar-ı suç yapmak ne derece mânasız olduğunu dikkat eden anlar.
Yedincisi : "Fitneyi ateşlendiren ve talim eden irtidadkâr bir şahs-ı mânevinin mevcud olduğunu ve bu mânevi şahsın hayaline göründüğünü söylemekte, fakat kim olduğunu bildirmemektedir." Ehl-i vukuf medar-ı ittiham etmişler. Acaba dünyada insî ve cinnî şeytanlar hiç boş dururlar mı? Onların daima fenalıkları yapmak ve yaptırmakla meşgul olduklarından, bu vukufsuz ehl-i vukuf hiç bilmemişler mi ki; mânâsız ilişiyorlar. Mâdem mânevi demiş. Mâdem kim olduğunu bildirmemiş. Dünyada hiçbir mahkeme "böyle mânevi bir adama, yani bir şeytana hakaret ettin diye seni mahkemeye vereceğiz." diyen elbette sözüne zerre miktar ehemmiyet verilmez; bir hezeyan hükmündedir.
Sekizincisi: "Doğrudan doğruya Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyân'ın i'câz-ı manevisinden süzülen ve çıkan ve tevellüd eden Risâle-i Nur esaslarına dayandığı müellif tarafından mükerreren ve munhasıran beyan ve iddia edilmekte ve böylece propaganda dinî delillere, telkinlere istinad ettiğini" söylemekle suç unsuru gösterilmektedir.
Bunu, bütün Risâle-i Nur okuyanların tasdikiyle, husunan meşhur Mısır, Şam, Bağdad, Pakistan ve Diyanet riyaseti dairesinin ulemâsı tasdik ile "Risâle-i Nur tam doğrudan doğruya hakiki bir tefsir-i Kur'anidir. Ve Kur'an'ın malı ve lemeâtıdır." dedikleri halde bu cümleyi medar-ı suç yapanlardan mahkeme-i kübrâ-yı haşirde bu hatasının sebebi sorulacak.
(Yüzyirmi polisin kalabalığı dağıtmaya çalıştığı "Gençlik Rehberi" münasebetiyle cereyan eden İstanbul Mahkemesindeki üstadımızn müdafaasından ceridede neşredilen kısmıdır.)
ÜSTADIN MÜDAFAASI
Çok uzun süren mazlumane, maceralı hayatıma dair gayet kısa bir beyanatta bulunacağım. Yirmisekiz sene emsalsiz ihanetlere, işkencelere, tarassud ve hapislere maruz kaldım. Bütün bu iftira ve isnadların esası birkaç noktaya dayanır.
1-En birinci ittihamlari: Ben rejim aleyhtarı olarak telâkki etmeleridir.
Mâlumdur ki, her hükûmette muhalifler bulunur. Asayişe, emniyete dokunmamak şartiyle, hiç kimse vicdaniyle, kalbiyle kabul ettiği bir fikirden, bir metoddan dolayı mes'ul olamaz. Bu hukuki bir mütearifedir.
Dininde çok mutaassıb ve cebbar bir hükûmet olan İngilizlerin yüz sene hakimiyetleri altında bulunan yüz milyondan ziyade Müslümanlar, İngilizlerin küfür rejimlerini kabul etmeyip Kur'an ile reddettikleri halde, onlara o cihetten ilişmemeleri; burada ve bütün İslâm Hükümetlerinde eskiden beri Yahudiler, Nasrâniler tabi oldukları memleketin dinine, kudsi rejimine muhalif, zıt ve muteriz bulundukları halde, o hükümetler hiçbir zaman kanunlarla onlara o cihetten ilişmemeleri; Hazret-i Ömer (R.A.) hilafeti zamanında, âdi bir Hıristiyan ile mahkemede birlikte muhakeme olundular. Halbuki o Hıristiyan, İslâm Hükümetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine, kanunlarına muhalif iken, mahkemede, onun o hali nazara alınmaması açıkça gösterir ki adalet müessesesi hiçbir cereyana kapılmaz, hiçbir tarafgirliğe kaymaz. Bu , din ve vicdan hürriyetinin bir ana umdesidir ki, komünist olmayan Şark ve Garbda, bütün dünya adalet müesseselerinde câri ve hakimdir.
Ben, din ve vicdan hürriyetinin bu ana umdesine ve yüzlerce ayat-ı Kur'aniye'ye istinaden, medeniyetin bozuk kısmına, hürriyet perdesi altında yürüyen mutlak bir istibdada, laiklik maskesi altında dine ve dindarlara karşı tatbik edilen en ağır bir baskıya muhalefet etmiş isem, bu hilaf-ı hakikat bir hareket sayılabilir mi? Haksızlığa karşı, zulme karşı, kanunsuzluğa karşı muhalefet hiç bir hükümette suç sayılmaz; bilakis muhalefet, meşru ve samimi bir muvazene-i adalet unsurudur.
2-Bana zulüm ve cefayı reva gören Devr-i Sabık'ın yaptığı isnadların ikincisi: Emniyet ve asayişi ihlâldir.
Bu vehim ve hayal ile bu düzme isnad ile yirmisekiz sene bana ceza çektirdiler. Memleket memleket, mahkeme mahkeme süründürdüler. Zindandan zindana attılar. Kimse ile görüştürmediler. Tecrid ettiler, zehirlediler. Her türlü hakaretlerde bulundular.
Biz ki beşyüzbin fedakar Nur Talebeleri, memleketin her tarafında emniyet ve asayişin fahri mânevi muhafızlarıyız; bize böyle bir isnadda bulunmaları en büyük bir zulümdür. Onlar bize o kadar zalimane ihanetlerde bulundukları halde; biz asla hislerimize kapılmayarak, gönüllerde emniyet ve asayişi temin yolunda, iman ve Kur'an'a hizmet yolunda, gafletle anarşiye sapanları düştükleri fevza gayyasından kurtarmak yolunda çalışmaktan bir an hali kalmadık. Bu delilsiz bir iddia değildir. Bizim zulüm ve menfa sahamız olan altı vilayetin altı mahkemesi, uzun ve ince tedkikler neticesinde, emniyet ve asayişi ihlal yolunda hiçbir vukuat kaydedememişlerdir. Bu hareketimiz isbat eder ki, Nur Mekteb-i İrfanının Talebeleri, emniyet ve asayişin bekçisini kafalara, kalblere yerleştirir. Bizim iman derslerimiz anarşiye ve farmasonlara ve komünistlere karşıdır.Memleketin bütün zabıta dairelerinden sorulsun, beşyüzbin Nur Mekteb-i İrfanı Talebesinden birinin olsun nizam ve intizama aykırı bir vukuatı var mıdır? Yoktur. Elbette yoktur. Çünkü hepsinin kalbinde nizam ve intizamın en sağlam muhafızı olan iman bekçisi vardır.
Altıncısı: "Müellif, cazibedar bir fitnenin esiri olmak ihtimali olan bir nesli, Risâle-i Nur'dan meded umanlara verdiği cevablarla kurtaracağına kanîdir." Ehl-i vukuf bu cümleyi de medar-ı ittiham etmişler. Yüzbin şahidle isbat edilen ve meydana gelen zahir bir hakikatı "kanaat ettim" demesini medar-ı suç yapmak ne derece mânasız olduğunu dikkat eden anlar.
Yedincisi : "Fitneyi ateşlendiren ve talim eden irtidadkâr bir şahs-ı mânevinin mevcud olduğunu ve bu mânevi şahsın hayaline göründüğünü söylemekte, fakat kim olduğunu bildirmemektedir." Ehl-i vukuf medar-ı ittiham etmişler. Acaba dünyada insî ve cinnî şeytanlar hiç boş dururlar mı? Onların daima fenalıkları yapmak ve yaptırmakla meşgul olduklarından, bu vukufsuz ehl-i vukuf hiç bilmemişler mi ki; mânâsız ilişiyorlar. Mâdem mânevi demiş. Mâdem kim olduğunu bildirmemiş. Dünyada hiçbir mahkeme "böyle mânevi bir adama, yani bir şeytana hakaret ettin diye seni mahkemeye vereceğiz." diyen elbette sözüne zerre miktar ehemmiyet verilmez; bir hezeyan hükmündedir.
Sekizincisi: "Doğrudan doğruya Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyân'ın i'câz-ı manevisinden süzülen ve çıkan ve tevellüd eden Risâle-i Nur esaslarına dayandığı müellif tarafından mükerreren ve munhasıran beyan ve iddia edilmekte ve böylece propaganda dinî delillere, telkinlere istinad ettiğini" söylemekle suç unsuru gösterilmektedir.
Bunu, bütün Risâle-i Nur okuyanların tasdikiyle, husunan meşhur Mısır, Şam, Bağdad, Pakistan ve Diyanet riyaseti dairesinin ulemâsı tasdik ile "Risâle-i Nur tam doğrudan doğruya hakiki bir tefsir-i Kur'anidir. Ve Kur'an'ın malı ve lemeâtıdır." dedikleri halde bu cümleyi medar-ı suç yapanlardan mahkeme-i kübrâ-yı haşirde bu hatasının sebebi sorulacak.
Hasta Said Nursî
(Yüzyirmi polisin kalabalığı dağıtmaya çalıştığı "Gençlik Rehberi" münasebetiyle cereyan eden İstanbul Mahkemesindeki üstadımızn müdafaasından ceridede neşredilen kısmıdır.)
ÜSTADIN MÜDAFAASI
Çok uzun süren mazlumane, maceralı hayatıma dair gayet kısa bir beyanatta bulunacağım. Yirmisekiz sene emsalsiz ihanetlere, işkencelere, tarassud ve hapislere maruz kaldım. Bütün bu iftira ve isnadların esası birkaç noktaya dayanır.
1-En birinci ittihamlari: Ben rejim aleyhtarı olarak telâkki etmeleridir.
Mâlumdur ki, her hükûmette muhalifler bulunur. Asayişe, emniyete dokunmamak şartiyle, hiç kimse vicdaniyle, kalbiyle kabul ettiği bir fikirden, bir metoddan dolayı mes'ul olamaz. Bu hukuki bir mütearifedir.
Dininde çok mutaassıb ve cebbar bir hükûmet olan İngilizlerin yüz sene hakimiyetleri altında bulunan yüz milyondan ziyade Müslümanlar, İngilizlerin küfür rejimlerini kabul etmeyip Kur'an ile reddettikleri halde, onlara o cihetten ilişmemeleri; burada ve bütün İslâm Hükümetlerinde eskiden beri Yahudiler, Nasrâniler tabi oldukları memleketin dinine, kudsi rejimine muhalif, zıt ve muteriz bulundukları halde, o hükümetler hiçbir zaman kanunlarla onlara o cihetten ilişmemeleri; Hazret-i Ömer (R.A.) hilafeti zamanında, âdi bir Hıristiyan ile mahkemede birlikte muhakeme olundular. Halbuki o Hıristiyan, İslâm Hükümetinin mukaddes rejimlerine, dinlerine, kanunlarına muhalif iken, mahkemede, onun o hali nazara alınmaması açıkça gösterir ki adalet müessesesi hiçbir cereyana kapılmaz, hiçbir tarafgirliğe kaymaz. Bu , din ve vicdan hürriyetinin bir ana umdesidir ki, komünist olmayan Şark ve Garbda, bütün dünya adalet müesseselerinde câri ve hakimdir.
Ben, din ve vicdan hürriyetinin bu ana umdesine ve yüzlerce ayat-ı Kur'aniye'ye istinaden, medeniyetin bozuk kısmına, hürriyet perdesi altında yürüyen mutlak bir istibdada, laiklik maskesi altında dine ve dindarlara karşı tatbik edilen en ağır bir baskıya muhalefet etmiş isem, bu hilaf-ı hakikat bir hareket sayılabilir mi? Haksızlığa karşı, zulme karşı, kanunsuzluğa karşı muhalefet hiç bir hükümette suç sayılmaz; bilakis muhalefet, meşru ve samimi bir muvazene-i adalet unsurudur.
2-Bana zulüm ve cefayı reva gören Devr-i Sabık'ın yaptığı isnadların ikincisi: Emniyet ve asayişi ihlâldir.
Bu vehim ve hayal ile bu düzme isnad ile yirmisekiz sene bana ceza çektirdiler. Memleket memleket, mahkeme mahkeme süründürdüler. Zindandan zindana attılar. Kimse ile görüştürmediler. Tecrid ettiler, zehirlediler. Her türlü hakaretlerde bulundular.
Biz ki beşyüzbin fedakar Nur Talebeleri, memleketin her tarafında emniyet ve asayişin fahri mânevi muhafızlarıyız; bize böyle bir isnadda bulunmaları en büyük bir zulümdür. Onlar bize o kadar zalimane ihanetlerde bulundukları halde; biz asla hislerimize kapılmayarak, gönüllerde emniyet ve asayişi temin yolunda, iman ve Kur'an'a hizmet yolunda, gafletle anarşiye sapanları düştükleri fevza gayyasından kurtarmak yolunda çalışmaktan bir an hali kalmadık. Bu delilsiz bir iddia değildir. Bizim zulüm ve menfa sahamız olan altı vilayetin altı mahkemesi, uzun ve ince tedkikler neticesinde, emniyet ve asayişi ihlal yolunda hiçbir vukuat kaydedememişlerdir. Bu hareketimiz isbat eder ki, Nur Mekteb-i İrfanının Talebeleri, emniyet ve asayişin bekçisini kafalara, kalblere yerleştirir. Bizim iman derslerimiz anarşiye ve farmasonlara ve komünistlere karşıdır.Memleketin bütün zabıta dairelerinden sorulsun, beşyüzbin Nur Mekteb-i İrfanı Talebesinden birinin olsun nizam ve intizama aykırı bir vukuatı var mıdır? Yoktur. Elbette yoktur. Çünkü hepsinin kalbinde nizam ve intizamın en sağlam muhafızı olan iman bekçisi vardır.
Ses Yok