Müdafalar | Müdafalar | 18
(1-190)
İddiânâmede le başlayan ve şapoğrafla teksir edilmiş olan dört sahifelik yazının birinci sahifesinde, "1342'de mebde-i te'lifine ve haşrin inkarına bir emare olan lâ-dini siyasetinin i'lânı ve latin hurufunun resmen kabul tarihine" diye yazılı olan şu fıkra benim aleyhimde isti'mal edilmekle beraber, ma'sum mevkuflardan Husrev nâmındaki bir kimsenin ehl-i hibre tarafından yazısına benzetildiği cihetle onunla muaheze edilmiştir.
Elcevap : Bundan dokuz sene evvel, eski tarihiyle kırkikide Onuncu Söz'ü te'lif ettim. İstanbul'a matbaaya gönderdim. O vakit tab'edildi. Sekizyüz nüsha bana gönderildi. Ben de hicri kırkiki tarihiyle tab'edilen Onuncu Söz'ün tevafukatına dair elyazısıyla iki-üç sahifelik bazı şeyler yazdım. O zaman bir kaç nüshaya o tetinmme elyazısıyla yazıldı. Onuncu Söz'ün kesretli nüshaları her yerde vardı. Demek, bir arkadaşımız, o matbu' Onuncu Söz'ün tetimmesini on veya yirmi nüshalarına ilave etmek için, tâ o zamanda yasak olmayan şapoğrafla yazmış. Ben de sonra gördüm. Ve iznim olmadan ve kim yazdığını bilmediğim halde zararsız gördüm, kabul ettim. İçindeki medar-ı tenkid olan fıkra ise acaba benim midir, yoksa bir dostumun tevafukatı tevsi' için ilavesi midir? Meçhulu olan şu mealdeki fıkra: "Onuncu Söz'ün tevafukatındandır ki; Onuncu Söz'ün satırları hem te'lif tarihine, hem dini dünyadan tefrik eden lâdini cumhuriyetin ilânına tevafuk ediyor ki, haşrin inkârına bir emaredir." Yani o fıkranın meali budur : "Madem cumhuriyet dine, dinsizliğe ilişmiyor, prensibiyle bîtarafane kalıyor; ehl-i dalâlet ve ilhad, cumhuriyetin bu bîtaraflığından istifade etmekle, haşrin inkârını izhar etmeleri muhtemeldir." demektir. Yoksa hükûmete bir ta'riz değildir; belki hükûmetin bitarafane vaziyetine işarettir.
Elhak, bundan dokuz sene evvel Onuncu Söz, sekizyüz nüshasıyla o zaman hükûmetin müsâdesinden istifade edip yayılmasiyle, ehl-i dalâletin kalblerindeki inkâr-ı haşri kalblerinde sıkıştırdı; lisanlarına getirmelerine meydan vermedi; ağızlarını tıkadı. Onuncu Söz'ün harika bürhanlarını gözlerine soktu. Evet Onuncu Söz, haşir gibi bir rükn-ü azîm-i imanın etrafında çelikten bir sur oldu ve ehl-i dalâleti susturdu. Elbette Hükûmet-i cumhuriye bundan memnun oldu ki; meclisteki meb'usanın ve valilerin ve büyük memurların ellerinde kemal-i serbestî ile hükûmet-i cumhuriyenin müsâdesinden istifade ederek gezdi. İşte şapoğrafla sekiz sene evvel matbu' Onuncu Söz'ün iki sahifelik ilavesi elbette ne bana ve ne de Husrev'e medar-ı mes'uliyet olamaz. çünki, hem o zaman yasak değildi. Hem de ondan sonra af kanunları çıktı ki, değil bunun gibi sinek kanadı kadar mevhum küçük cürümleri, belki hakiki büyük cürümleri afvetti. İddianamede Tesettür Risalesi hakkında evvelce istintak dairesinde izahlı bir cevap vermekliğim ile beraber yine şiddetli ve tenkidkârane bahsedilmiş. Elcevap : Onüç veya onbeş sene evvel te'lif edilen, Arapça ve Türkçe eski matbu' ve gayr-ı matbu' risalelerimden alınan ve notalar nâmında Onyedinci Lem'a risalesi'nin bir mes'elesi olan tesettüre dair risaleye sonradan Yirmidördüncü Lem'a nâmı verilmiş. Bu risalenin aslı, başta Doktor Abdullah Cevdet olarak Avrupa medeniyet ve felsefesi nâmına ve belki İngilizlerin ifsad-ı siyaseti hesabına "Tesettür Ayeti"ne ettikleri itiraza karşı, gayet kuvvetli ve müskit bir cevab-ı ilmidir. Böyle bir cevab-ı ilmî, değil bundan onbeş sene evvel, her zaman takdir ile karşılanır. Bu hürriyet-i ilmiyeyi, elbette hürriyetperver bir hükûmet-i Cumhuriye tahdid etmez. Hem bir zaman sonra, hükûmetin ileride serbesti kanunlarına temas etmemek için ona, "nim-mahremdir" dedim. Kimseye vermek istemedim. Yalnız, yanlışlıkla Milas'a gönderilmişti. Delilim şudur ki : Bu kadar taharriyatta, ne bende ve ne de dostlarımda bulunmadı. Hem bin seneden beri çarşaf altında bulunan mukadderat-ı islâmiye şimdi de çarşaflarını muhafaza ediyorlar. Avrupa gibi ekseriyeti açık-saçık olmadıklarını gösteriyorlar. Bu risale, hükûmetin kanunuyla muaraza etmiyor.
Elcevap : Bundan dokuz sene evvel, eski tarihiyle kırkikide Onuncu Söz'ü te'lif ettim. İstanbul'a matbaaya gönderdim. O vakit tab'edildi. Sekizyüz nüsha bana gönderildi. Ben de hicri kırkiki tarihiyle tab'edilen Onuncu Söz'ün tevafukatına dair elyazısıyla iki-üç sahifelik bazı şeyler yazdım. O zaman bir kaç nüshaya o tetinmme elyazısıyla yazıldı. Onuncu Söz'ün kesretli nüshaları her yerde vardı. Demek, bir arkadaşımız, o matbu' Onuncu Söz'ün tetimmesini on veya yirmi nüshalarına ilave etmek için, tâ o zamanda yasak olmayan şapoğrafla yazmış. Ben de sonra gördüm. Ve iznim olmadan ve kim yazdığını bilmediğim halde zararsız gördüm, kabul ettim. İçindeki medar-ı tenkid olan fıkra ise acaba benim midir, yoksa bir dostumun tevafukatı tevsi' için ilavesi midir? Meçhulu olan şu mealdeki fıkra: "Onuncu Söz'ün tevafukatındandır ki; Onuncu Söz'ün satırları hem te'lif tarihine, hem dini dünyadan tefrik eden lâdini cumhuriyetin ilânına tevafuk ediyor ki, haşrin inkârına bir emaredir." Yani o fıkranın meali budur : "Madem cumhuriyet dine, dinsizliğe ilişmiyor, prensibiyle bîtarafane kalıyor; ehl-i dalâlet ve ilhad, cumhuriyetin bu bîtaraflığından istifade etmekle, haşrin inkârını izhar etmeleri muhtemeldir." demektir. Yoksa hükûmete bir ta'riz değildir; belki hükûmetin bitarafane vaziyetine işarettir.
Elhak, bundan dokuz sene evvel Onuncu Söz, sekizyüz nüshasıyla o zaman hükûmetin müsâdesinden istifade edip yayılmasiyle, ehl-i dalâletin kalblerindeki inkâr-ı haşri kalblerinde sıkıştırdı; lisanlarına getirmelerine meydan vermedi; ağızlarını tıkadı. Onuncu Söz'ün harika bürhanlarını gözlerine soktu. Evet Onuncu Söz, haşir gibi bir rükn-ü azîm-i imanın etrafında çelikten bir sur oldu ve ehl-i dalâleti susturdu. Elbette Hükûmet-i cumhuriye bundan memnun oldu ki; meclisteki meb'usanın ve valilerin ve büyük memurların ellerinde kemal-i serbestî ile hükûmet-i cumhuriyenin müsâdesinden istifade ederek gezdi. İşte şapoğrafla sekiz sene evvel matbu' Onuncu Söz'ün iki sahifelik ilavesi elbette ne bana ve ne de Husrev'e medar-ı mes'uliyet olamaz. çünki, hem o zaman yasak değildi. Hem de ondan sonra af kanunları çıktı ki, değil bunun gibi sinek kanadı kadar mevhum küçük cürümleri, belki hakiki büyük cürümleri afvetti. İddianamede Tesettür Risalesi hakkında evvelce istintak dairesinde izahlı bir cevap vermekliğim ile beraber yine şiddetli ve tenkidkârane bahsedilmiş. Elcevap : Onüç veya onbeş sene evvel te'lif edilen, Arapça ve Türkçe eski matbu' ve gayr-ı matbu' risalelerimden alınan ve notalar nâmında Onyedinci Lem'a risalesi'nin bir mes'elesi olan tesettüre dair risaleye sonradan Yirmidördüncü Lem'a nâmı verilmiş. Bu risalenin aslı, başta Doktor Abdullah Cevdet olarak Avrupa medeniyet ve felsefesi nâmına ve belki İngilizlerin ifsad-ı siyaseti hesabına "Tesettür Ayeti"ne ettikleri itiraza karşı, gayet kuvvetli ve müskit bir cevab-ı ilmidir. Böyle bir cevab-ı ilmî, değil bundan onbeş sene evvel, her zaman takdir ile karşılanır. Bu hürriyet-i ilmiyeyi, elbette hürriyetperver bir hükûmet-i Cumhuriye tahdid etmez. Hem bir zaman sonra, hükûmetin ileride serbesti kanunlarına temas etmemek için ona, "nim-mahremdir" dedim. Kimseye vermek istemedim. Yalnız, yanlışlıkla Milas'a gönderilmişti. Delilim şudur ki : Bu kadar taharriyatta, ne bende ve ne de dostlarımda bulunmadı. Hem bin seneden beri çarşaf altında bulunan mukadderat-ı islâmiye şimdi de çarşaflarını muhafaza ediyorlar. Avrupa gibi ekseriyeti açık-saçık olmadıklarını gösteriyorlar. Bu risale, hükûmetin kanunuyla muaraza etmiyor.
Ses Yok