Müdafalar | Müdafalar | 19
(1-190)
Hem, "tesettür aleyhinde olanların yüzüne şamar vurmak" fıkrası ise, o zaman payitaht olan İstanbul'da bana haber verilen bir vukuat münâsebetiyle Abdullah Cevdet gibilerin yüzüne havaledir. Sonra bu hadiseye benzer yeni payitaht olan Ankara'da bir vakıa münâsebetiyle bu eski cevabı yeniden ve ileride çıkacak ref'-i tesettür kanununa temas edilmesi suretiyle bu hakikat ve gizli ve hususi kalmış cevab-ı ilmiyeye, "ahaliyi fesad" nâmı vermek, ne kadar insaf ve adâletten uzak olduğunu takdir için vicdanınıza havale ediyorum.

SON MÜDÂFAAT (Altmış küsûr sahifeden ibaret olan ithamkârane kararnâmedeki -oniki sahifelik- şahsıma ait kısmına karşı müdâfaamdır.) Kararnâmede aleyhimize zikredilen maddelere karşı, mahkemenin zabtına geçen müdâfaatımda kat'i cevapları vardır. Bu kararnâme nâmındaki asılsız ve vehimli ittamnâmeye karşı, ondokuz sahifeden ibaret itiraznâmemi ve yirmidokuz sahifeden ibaret son müdafaatımı ibraz ediyorum. Bu iki müdâfâa, sorgu hâkimlerinin kararnâmelerinin bütün muahaze noktalarını ve esas ithamlarını kat'i bir surette red ile çürütüyor, asılsız olduğunu gösteriyor. Yalnız burada, bu kararnâmenin istinad ettiği ve itham edenlerin nereden aldandıklarını, bu asılsız muahezeyi nereden iktibas ettiklerini gösterir "Beş Umde" olarak söyleyeceğim. Birinci Umde : Risale-i Nur'un, yüzyirmi parçasından iki-üç dört parçasında on-onbeş fıkrayı bahane tutup, beni ve Risale-i Nur'u hükûmetin prensiplerine muhalif ve rejimine karşı muarız ve emniyet-i dahiliyesini ihlâle teşebbüs ithamı ile gayet asılsız bir davadır.
Elcevap : Ben de derim : Acaba umum Avrupa'nın mal-ı müştereki olan medeniyet ve yalnız bu zamanın ilcaatına binaen Hükûmet-i Cumhuriyenin o medeniyetin bir kısım kanunlarını kabul etmesiyle, o medeniyetin menfaatli kısmına değil, belki kusurlu kısmına, hakaik-ı Kur'aniye hesabına olarak müdâfaât-ı ilmiyeme hangi suretle "Hükûmetin prensibine ve hükümetin rejimine muhalif" ve "Hükümetin inkılabı aleyhine hareket" nâmı veriliyor? Acaba bu hükûmet-i cumhuriye, Avrupa medeniyetinin kusurlu kısmının dâva vekilliğine tenezzül eder mi? Ve O kusurlu medeniyetin İslâmiyet'e muhalif kanunları, eski zamandan beri hükûmetin hedefi midir? Hükûmete muarız vaziyet almak nerede; bu kısım kusurlu medeniyet kanunlarına karşı hakaik-ı Kur'aniyeyi ilmi bir surette müdafaa etmek nerede?
Kur'an-ı Hakimin âyat-ı kat'iyyesiyle, binüçyüz seneden beri, milyonlar tefsirlerinde ve halen kütübhanelerde dolu olan tefsirlerde ayetlerin hakaik-i kudsiyelerini Avrupa feylesoflarının itiraz ve tecavüzatına karşı otuz seneden beri ettiğim müdâfaât-ı ilmiyemi, "hükûmetin inkılâbına, prensibine ve rejimine muhalif kasdı var" diye beni itham etmek, öyle bir zâhir garaz ve öyle bir esassız vehimdir ki; buradaki mahkeme-i âdileye taallûk etmeseydi, müdafaa ve cevab vermeyi lâyık görmezdim.
Hem acaba, eskiden beri bu vatan ve millete zarar niyetiyle, Avrupa'nın dinsiz komiteleri hesabına ve Rum, Ermeniler cemiyeti vasıtasiyle dinsizlik ve ihtilâl ve fesad tohumlarını saçan mülhidlere karşı müdâfaât-ı ilmiyem, hangi suretle hükûmet aleyhine alınıyor. Ve hangi sebeble hükûmete bir taarruz manası veriliyor? Ve hangi insafla böyle dinsizliği hükümete maledip "menfi duygularla hükümetle mübareze ediyor" diye itham ediliyor? Hükümet-i Cumhuriyenin kuvvetli esasları böyle müfsid dinsizlerin aleyhinde olduğu halde; dinsizliği hâşâ hükümetin prensibine maledip, benim, vatan ve millet ve hükümet hesabına öyle müfsidlere karşı yirmi seneden beri gâlibâne müdâfaât-ı ilmiyemi "Hükümetin rejimine ve güya prensibine karşı bir muhalefet ve halkı ihlal-i asayişe sevk ve yüzbin defa hâşâ dini siyasete alet ve halkı hükümet aleyhine teşvik" manasını vermek, hangi insaf kabul eder ve hangi vicdan razı olur.?
Ses Yok