Müdafalar | Müdafalar | 22
(1-190)
Hem, o "Rica"da demişim: Hilâfet saltanatının vefatı yani, millî saltanatının yerine ikamesi murad ettiğim halde; bir "vav" ilâve ve bir "nun"u noksan edip, hilâfet ve saltanatın vefatı diye tahrifle beraber manasını da tağyir edip, eski saltanatı tahassürle yâd ettiğimi hatıra gelmeyen mânâyı aleyhimde isti'mal etmiş. (Haşiye) Bu acib kararnameyi verenlerin hikâyesi buna benzer ki: Bir vakit, zarif bir Bektaşîye demişler: "Ne için namaz kılmıyorsun?"
________
Haşiye : Ankara'ya dostâne gittiğimde, Büyük Millet Meclisinin sâmiîn locasında görünmekle beraber, İngilizlere karşı Hutuvat-ı Sitte nâmındaki eserimle müdafaâtımı takdir ile yâd eden meb'usların, beni şiddetli alkışlar ile karşılamaları, bunların bu yanlış mânâlarını kökünden keser. Ve hem, Van'da temelini attığım ve harb-i umumi gâilesiyle geri kalan Dârü'l-Fünûn'uma yüzellibin liranın tahsisi hakkındaki layiha-i kanuniyeyi ikiyüz meb'ustan yüzaltmışüç meb'usun imza etmesi, hükümetin bana karşı nazar-ı teveccühünü gösterip, kararnâmedeki o evhamı esasıyla keser.
Demiş: "Kur'anda La tagrabü salate var" " ve entüm sükera yı da oku demişler." O demiş: "Ben hâfız değilim." İşte Yedinci Rica'da gayet parlak ve te'sirli ve her aklı düşündürecek bir hakikat-i îmaniyeyi, karar verenler parçalamışlar. O Bektaşî gibi, nazar-ı gafletle karanlık görünen o noktayı, güya nesl-i âtiyi karanlıkta gördüğümü, diye aleyhime çevirmişler. Arkasındaki envar-ı îmaniyenin altı cihette gördüğü nurânî hizmete göz kapıyorlar. Numûne olarak bu "Rica"nın mahkemede okunmasını taleb ederim. Tâ anlaşılsın; dikkatsizlik ve cerbeze ile lehimde olanı, aleyhime çevirdikleri görülsün. Dördüncü Umde : Buranın yüksek mahkemesinin âdilâne ve hakperest vicdanlarından, ihkak-ı hak edileceğine ümidimiz kavi olmakla beraber, hariçten ilham alan ve Isparta ve daha başka bir yerdeki evhamın te'siratı, hükmü altından kurtulmayan misafir sorgu hâkimlerinin kararında, yirmi vecihle müdafâa ettiğim medar-ı ittiham bazı noktaları yine ileri sürmeleri, bana bir me'yusiyet vermekle beraber şöyle bir fikir veriyor: Gizli bir kuvvet, bil-iltizam beni mahkûm etmek istiyor. Ve her bahaneyi bulup, bin dereden su getirmek gibi her bir çareye müracaat edip, kurdun keçiye bahanesinden daha garib bahanelerle beni itham altına almak ve mahkûm ettirilmek istenildiğimi hissediyorum. Meselâ, üç aydır bu kelimeyi tekrar ediyorlar: "Said-i Kürdi, dini siyasete âlet ediyor!" Ben de bütün mukaddesata yemin ediyorum ki: Bin siyasetim olsa, hakâik-ı imaniyeye feda ediyorum. Ben, nasıl hakâik-ı imaniyeyi dünya siyasetine âlet edebilirim? Ben, yüz yerde bu ithamı çürüttüğüm halde, yine mânâsız nakarat gibi böyle tekrar edip ileri sürüyorlar. Demek, bil-iltizam ve herhalde beni mes'ul etmek arzusunda bulunuyorlar. Ben de, aleyhimizdeki mülhid zâlimleri, siyaseti dinsizliğe alet etmeleri ile itham ediyorum. Ve onların medar-ı ittihamı olan bu müdhiş mânayı bildirmemek için bana isnad ettikleri: "Said, dini siyasete âlet ediyor" cümlesiyle setre çalışıyorlar. Madem öyledir, her halde beni mahkûm etmek istiyorlar. Ben de ehl-i dünyaya derim: Bu ihtiyarlıktaki bir-iki senelik ömür için faidesiz lüzumsuz tezellüle tenezzül etmem. Beşinci Umde : "Dört Noktadır." Birinci Nokta : Kararnâmede, kelimeler üzerinde oynanılıyor. Bir kelimenin, kasdî olmadığı halde, bir mânasından ta'riz çıkarıyorlar. Halbuki, Risale-i Nur 'da hedef bütün bütün ayrı olduğundan; kelimatındaki kasde makrûn olmayan ta'rizler değil, belki tasrihler de bulunsa şayan-ı afv ve müsamahadır. Bu noktayı izah eden bu misal, mikyasdır. Meselâ : Ben bir maksadımı hedef ederek yoluma koşup gidiyorum. İhtiyarsız, yolumda koşarken büyük bir adama çarpıp, o adam yere düşse, Desem : "Efendi, afvet! Ben, maksadıma gidiyordum. Bilmeyerek çarpıldım." Elbette afveder ve gücenmez. Eğer kasdi olarak bir parmağımı o adama ta'ciz suretinde kulağına iliştirsem, hakaret telâkki edecek ve benden gücenecek.
Ses Yok